Ümit'in Gör Dediği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ümit'in Gör Dediği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Şubat 2025 Perşembe

Dampyr'den 6 Şubat Depremine Mesaj...

Dampyr çizgi roman dizisi yayınlanmaya başladığı 2000 yılından bu yana insan haklarının savunucusu, yozlaşmanın ve ağır sömürgeciliğin düşmanı olmuştur. 2013 yılında yayınlanan 155. sayısıyla da bu misyonunu sürdürürken La L'Aquila depremi üzerinden 6 Şubat depreminde yaşadıklarımıza gönderme yapar gibi bizlere ders vermektedir.


"Il sigillo di Lazzaro" (Lazarus'un Mührü) adını taşıyan maceranın yazarı Cajelli Diego, çizeri Russo Fabrizio

Hikayenin özeti kısaca şöyle: Mavi Kurtlar adlı uluslarası kötü adamlar teşkilatı vampirlerce korunan bir mührün peşindedir ve bu mührün İtalya'nın La L'Aquila saklandığı ortaya çıkar. Kahramanımız Dampyr'le arkadaşı Kurjak onları durdurmak için müdahale ederler. 

Yazıma konu olan La L'Aquila şehri Nisan 20009 yılında gerçekleşen depremle yerle bir olmuş bir şehirdir. Tıpkı 6 Şubat 2023 tarihinde ülkemizde yaşanan deprem felaketi gibi şehirdeki binaların hemen hepsi yıkılmış insanlar hayalini kurduklarını geleceklerinden, tüm birikimlerinden, umutlarından olmuşlardır.

Bu sayıda Dampyr'le dostu şehrin yıkıntıları arasından geçerken gördüklerinin değerlendirmesini yaparlar. Dikkatinizi çekmek isterim, deprem 2009 yılında gerçekleşti, 155. sayı 2013 yılında basıldı ve şehir hala yıkıntı halinde. Bilmem tanıdık geldi mi?

Valilik binası

"Molozlar kalkmış ama yapılanma durmuş gibi." diyor bir yerde kahraman. "Galiba bürokrasiden. Evlerinden olan insanlar geçici olarak otellere yerleştirilmiş ama bu kalıcıya dönüşmüş. Devlet kurumları onları unutmuş gibi davranıyor. Şehrin sakinleriyse şehri terk etmeden hayata tutunmak için çabalıyor. İnsanlar pes etmiyor." diye ekliyor.

Ancak Dampyr Harlan Draka iyimser biridir. Şehrin inşası için birçok proje olduğunu vurguluyor. Dostu Kurjak ise acı gerçekleri yüzüne vuruyor "Savaşla deprem aynı şeydir. Yıkım olur. Yeniden inşa için ne büyük bütçe belirlenirse o kadar çabuk yok edilir. Birileri zenginleşirken kalan yıkıldığıyla kalır. Halk aptal değil aslında, umutlarının çalınacağını biliyorlar. Mafya bu işten kazanç sağlar".

Dampyr acı gerçeklerin farkındadır ve öfkelenir: "Umut en son ölür. Şehir sakinleri pes etmedi. Hayatlarını tekrar kurmak için direniyorlar. Halk, kurumların onları terk edişine karşı çıkarak tüm zorluklara rağmen şehirde kalıyor onu eski haliyle yaşatarak umut ediyorlar.". 

Bu haliyle anlatılanlar 6 Şubat Depremini nasıl da hatırlatıyor değil mi? 

Biraz da gerçeklere bakalım:  

La L'Aquila tam 15 senedir inşaat halinde. Yapılanma büyük oranda tamamlanmış. Bu süreçte mafyayla mücadeleye girişildiğine dair açıklamalar yapılmış. Abuk vaatlerde de bulunulmuş: 17 Nisan'da İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi , "Sömürü imkansız olacak, sömürüyü ve mafyayı dışarıda tutarak 6 ay içinde yeniden inşa edeceğiz." dedi. (Wikipedia). O dönem evini kaybeden 60 bin kişi arasından şehri terk etmeyenler otele yerleştirildikleri gibi kamplarda misafir edilmişler. GSM firmaları ücretsiz mobil baz istasyonları kurmuş bedava hat dağıtmış. Birçok hizmet ulaştırılmış. Müslümanlar için özel cenaze törenleri düzenlenmiş. Faturalar askıya alınmış, borçlar silinmiş...
...
La L'Aquila depreminden alınacak çok ders varmış ama galiba 6 Şubat depreminin ilk dakikalarından itibaren dünyadan habersiz olunduğunu, birçok yetkili kişi ve kurumun vicdanlarının olmadığını, ahlaklarının diplerde gezindiğine tanık olarak iki kere yıkıldık. 
...
Çizgi roman okumuyor musunuz? Okuyun...! Okuyun yoksa hayata dokunan mesajlardan bir haber olursunuz. 

Not - Diyaloglar İtalyanca'dan amatörce çevirmiştir.

24 Ocak 2025 Cuma

Büyülü Rüzgar yazarı Gianfranco Manfredi Hayata Gözlerini Yumdu.

Bugün, 24 Ocak 2025 İtalyan bir çizgi romanı yazarının, Gianfranco Manfredi'nin ölüm tarihi olarak kayıtlara geçiyor dostlar.  

Yıllar önce 1001 Roman yayınlarının davetiyle ülkemize gelmiş olan 1948 yılı doğumlu yazar 77 yaşında hayata gözlerini yumdu.

Ülkemizde Büyülü Rüzgar, Volto Nascosto, Adam Wild eserleriyle tanınan yazar eserleriyle yaşayacak. 

 
26 Kasım 1948 İtalya - Senigallia doğumlu yazar Milan'da yaşıyor. Felsefe tarihi üzerine kariyer yapmış olan yazar J. J. Rousseau üzerine bir de kitap yazmış. Bununla birlikte yayınlanan romanlarıyla kurgusal romanlar yazabileceğini de kanıtlamıştır. Şarkı sözü yazarlığı da yapmış olan, Manfredi, Bonelli ile 1994 yılı itibariyle çalışmaya başlamış, Dylan Dog ile Nick Rider'ın yazarlığını yapmıştır. 1997 yılında da westernle büyüler aleminin karışımı olan Magico Vento (Büyülü Rüzgar) dizisini kaleme almaya başlamıştır. 14 sayılık Volto Noscosto (Saklı Yüz)'ü çizgi roman dünyasına kazandıran yazar şimdilerde devamı niteliğindeki 18 sayılık Shangai Devil (Şangay Şeytanı) çizgi romanını tamamlamış bulunuyor. Zaman içinde bu çalışmalarına Adam Wild'ı ekleyen usta yazar 24 Ocak 2025 tarihinde hayatını kaybetti. 

ÇROPBlog'da yer bazı ilgili yazılar:

BÜYÜLÜ RÜZGAR Çizgi Romanında İlluminati ve Kapitalizm Eleştirisi

Manfredi: Büyülü Rüzgar Aracılığıyla Yaşlıların Sesi Olmak







 

14 Ocak 2022 Cuma

"Max Und Moritz" İsimlerini Panzerlere vermek...

Ümit Kireççi
...
Wilhelm Busch 1865 yılında yayınlanan çizgi romanı Max und Moritz'in dünyayı değiştireceğini tahmin ediyor muydu acaba?

İlk kez 1865 yılında yayınlanan ve yaramaz iki veledin haşarılıklarını anlatan çizgi roman dizisi Max und Moritz döneminin en popüler yayınlarından biriydi. Busch da en tapılası halk kahramanı tadındaki sanatçısı. 


Ve bu iki yumurcak belki de çizgi roman dünyasının ilk kahramanları olma özelliğine sahiptir. Başka yerel çalışmaları görmezden gelerek söylüyorum bu ikisi bu unvanı fazlasıyla hak ediyorlar. Ayrıca bu ikisinin maceraları daha sonra modern çizgi romanın öncüsü sayılan Yellow Kid'in de ilham kaynağıdırlar. ABD'li gazete sahibi Pulitzer bu iki yumurcağın maceralarına öykünülmesini isteyerek çizgi roman kahramanı sipariş etmiş, sanatçı  Richard Fenton Outcalt da 1894 yılında Yellow Kid'i yaratarak büyük bir rekabetin kapısını açmıştır. Nitekim rakip gazetenin sahibi William Randolph Hearst çizgi romanın satışları arttırdığını fark edince hemen Almanya'ya gitmiş Max und Moritz'in telif haklarını satın almıştır. Böylece de ortaya Rudolph Dirks imzalı bir çizgi roman çıkmıştır: The Katzenjammer Kids. 1897 yılında başlayan çizgi roman dizisi 2006 yılında sona ermiştir. Bir ara The Captain and the Kids ismiyle yayınlanan dizi ülkemizde Kaptan ve Çocukları olarak tanınmıştır. İşte özetle bu nedenlerden ötürü Max und Moritz için gönül rahatlığıyla çizgi roman sanatının gerçek ataları diyebiliriz. 

Bu arada eklemek gerek Max und Moritz'in yayınlandığı yayın türüne Almanya'da "bilderbogen" denmektedir. Günümüzde kullanılan "comic strip" kavramı dilimizde "çizgi bant" olarak hayat bulurken Fransız-Belçika ekolünün adı aynı anlama gelen "bandee dessinee"dir ve tümün kökeni de Almanca'daki "bilderbogen" kavramıdır.

Ancak bu yazıyı keleme alma sebebim bu değil. 

Bu yazıyı yazma sebebim İkinci Dünya Savaşında kullanılan Selbstfahrlafette L/61 model tank ikilisidir. Nam-ı diğer "Max und Moritz".


Savaş sırasında ağır siperleri imha etmek üzere tasarlanan iki tanka bu isimler verilmiş. 1942 yılında Sovyetlerin eline geçesiye kadar 22 ölüm vuruşu işaretlenmiş olan tanklar bugün Moskova yakınlarındaki Kubinka Tank Müzesi'nde sergileniyormuş.  

Bir dönem Almanyasının kendi kültürüne sahip çıkışını alkışlamak mı gerekir sanatını utanç dolu bir savaşa bulaştırarak değerini düşürmesini lanetlemek mi gerekir karar veremediğimden kararı size bırakıyorum.


Not - Bu bilgiye sahip olmama daha 10 yaşındayken vesile olan oğluma kocaman teşekkür ederim. 

29 Haziran 2021 Salı

Clarissa: Dünyanın En İç Acıtıcı Çizgi Romanı (Çocuk ve Cinsel İstismar)

Ümit Kireççi

...

Clarissa adlı çocuk istismarı çizgi romanı hakkında yazarken aklımın bir köşesinde hep "bu bir kurgu" sesi yankılanıyor beni sakinleştirmeye çabalıyordu. Öyleydi de... 

Yani, ülkemizde iki kardeş uğradıkları tecavüzü resmedene kadar. Hem de anneleri başta olmak üzere aile bireyleri bunda haberdarken... Ve...  Elmalı Davası... Sinirim çok bozuldu, buyurun kendiniz okuyun:


Çocuk, çocuğa tecavüz, çocuk ve tecavüz… Bunları duyduğunda tüyleri ürpermeyen, bu iki kavramı yan yana gördüğünde içi aniden harekete geçme, kollama, koruma, birilerini parçalama isteği duymayan var mıdır bilmiyordum, ama artık biliyorum. Ülkemizde var. Varlar. Çoklar, bir sürüler. Jason Jungbluth, bu içler acısı olayı çizgi romanla anlatmayı tercih etmiş. Ancak son derece sevimli çizgilerle anlatılan hikayeler, okunduktan sonra krize girip ağlanacak kadar sert ve acımasızlar. Sıkı bir tokat yemek isterseniz önce yazıyı, sonra çizgileri okumaya devam edin.


larissa Comics, daha önce Mad Dergisinde çizmiş olan Jason Jungbluth’un eseridir. Kısa hikayelerden oluşan Clarissa, onun en popüler üç işi arasında yer almaktadır. Diğer iki eseri Deep Fried ve Weapon Brown’dur. Weapon Brown bildiğimiz Charlie Brown’un ve çizgi roman dünyası karakterlerinin ekşın hiro olarak yorumlandığı eğlenceli bir dizidir. Detaylı bilgilerine şu adresten ulaşabilirsiniz.

Clarissa… Okumaya devam edin, anlayacaksınız elimin yazmaya neden varmadığını.



Clarissa, çizgi romanına ismini veren 5 yaşında minik ve sevimli bir kız çocuğudur. Tepesine toplanmış saçlarıyla ortalıkta gezinirken son derece depresif ve karamsar bakışlar atmaktadır dünyaya. Hep yalnızdır ve çevresinde yaşanan neşeli olaylara bakarken hep bir iç çekme, hep bir “yalan dünya” yorumu yapmaktadır.

Baba, çok çalışan ve eve ekmek getiren kişidir. Karısına, üç çocuğuna tutkuyla bağlıdır ve onlara gereken ilgiyi göstermekten kaçınmamaktadır.

Anne, sıradan bir ev kadınıdır. Sıradan derken cefalı vefalı falandır. Sirk cambazı misali bir beceriyle üç çocuğa ve kocasına yetmeye çalışmaktadır. Hep güler yüzlü, hep mutludur. Aile içinde kötü olay görmek istememektedir. Zaten yoktur da kötü bir şey. Hiç. Yoktur, nasıl görsün?

Sean, büyük oğul. En büyük kardeş. Yetenekli ve cezbedici bir kişilik. Etkileyemeyeceği kimse yok. Özellikle anne-babası üzerine titremektedir.

Randy, ortanca evlat. Doğal bir komiktir. Daha doğrusu sürekli gülümsemektedir. Birçok kişi onun bu özelliğiyle alay ediyor olsa da Randy akıllıdır özünde. Kötü olayları yok etmenin, aslında yok saymanın en iyi maskesidir yüzdeki büyük gülümseme.


2000 yılı itibariyle çizilmeye başlanmış olan Clarissa, küçük bir kızın hikayesini işlemektedir. Üç çocuklu bir ailenin en küçük kızıdır ve anaokuluna gitmektedir. Abileri onunla sıkça uğraşan ve kızdıran klasik abilerdir. Anne her daim mutluluk pozu veren ama çantasında alkolle gezen, gizli bir depresyonun dibine vurmuş olan geleneksel bir ev kadınıdır. Sürekli yemek yapan, çocuklarına oyuncak alan, onları tertemiz giydiren, ele güne karşı hep katalog ailesi imajı çizen, aile içinde dönen dolapları hep görmezden gelen bir kadındır anlayacağınız. Güçsüzdür, öyle olmaktan hoşnuttur, hem manen hem madden babaya bağımlıdır ve bu güvencesini kaybetmeyi istememektedir zira hayatla yüzleşebilecek gücü yoktur. Büyük oğlan Sean oyunu kurallarına göre oynayan ve kazanmak için kafasına hiçbir ahlaki kuralı takmayan biridir. Tek derdi kazanmaktır ve hep göz önünde olmaktır. Bir bakıma bu tavrının sebebi aslında gerçek hayatta doya doya yaşayamadığı bir acının üstünü örtme isteğidir. Veya artık babasının gözdesi olmamasının da üzüntüsüyle başa çıkma yoludur… Bilemedim… Oğlanca çocuk Randy ise ailede dönenleri bilen ama konuşamayan, söyleyemeyen, anlatamayan, yanlışların farkında olup isyan edemeyen, ne yapacağını bilmeyen bir çocuktur. Sürekli gülümseyerek salak durumuna düşse de içinde kopan fırtınaları gizlemeyi kesintisiz sürdürebilmektedir. Baba… Ataerkil bir toplumun verdiği yetkiyle parayı ellinde tutan kişidir. Ailenin reisidir. Koşulsuz saygıyı hak etmektedir. Koşulsuz itaati hak etmektedir. Her sözü ve hareketi yasa olarak kabul edilmektedir. Sorgulanamaz. Eleştirilemez. Canı sıkılamaz. Gönlü hep hoş tutulması gereken kişidir. Ahlaksızdır, şerefsizdir, aşağılıktır, sapıktır, sübyancıdır, çocuklarına tecavüz etmektedir!

Jason Jungbluth, Clarissa çizgi dizisinde son derece sevimli ve yumuş yumuş bir çizgi kullanmıştır. Sanatçı çizgileriyle ilk bakışta karşımızda çocukların eğlenceli ve saf dünyasını yansıtan hikayeler olduğu izlenimini uyandırıyor. Metin de yaklaşık olarak aynı amaca hizmet ediyor. Ancak dikkatli bir göz küçük ayrıntılardan rahatsız edici bir dünyanın kapısının aralandığını görebiliyor. Bu ayrıntı bazen içki içen anne, bazen küçük Clarissa’nın bakışı, oyuncakların durumları, fazla mükemmel aile resmi olabiliyor, ama hep orada oluyor. Ve sanatçı aynı bu ele aldığı ensesti normal kabul görmeye çabalayan bu aile gibi okuruna “Bu hikayede hiçbir şey yok ki!” derken resmin bütününde yaşanan trajediyi aktarmaktadır.


İşte yukarıdaki kare bu ayrıntılardan biri. Clarissa okulda resim yapmıştır. Ailecek, yüzlerinde kocaman gülümsemelerle tost yemektedirler. Ortada anormal hiçbir şey yoktur. Herkes, ailedeki herkes mutludur.

Oysa işin aslı başkadır. Öğretmen resmi incelerken Clarissa o kahvaltıda gerçekten olanları hatırlar. Abisi Sean onun tostunun üzerine gereğinden fazla şurup dökerek kahvaltısını mahvetmiştir. Anne herkese bolca tost yaparak ailenin mutlu olmasını sağlamaya çalışmış, üçüncü sınıf reklam filmi görüntüsü içinde gerçeğe aykırı pozlar takınmıştır. Ortanca Randy her zamanki gülümsemesiyle mutluluk pozu vermiştir. Tüm yapmacıklığa rağmen bu kahvaltıyı yine de katlanılır yapan tek bir şey vardır: Baba işe gitmiştir ve sofrada yoktur. Daha doğrusu bir bahaneyle aniden eve girene kadar. Bundan sonra gerçekleşen konuşmaların ve babanın her yaptığı şakanın nereye gideceğini anlatmam mümkün değil.

Değil çünkü ben o tecavüzleri yaşamadım. Clarissa ise… O hepsini anlıyor. Hepsini ve yine de okulda resim yapmak zorunda kaldığında o kahvaltıyı yukarıdaki gibi çizmeyi tercih ediyor. Veya bu güne kadar çığlık atmasını, ısırıp koparmasını, kendini koruması gerektiğini, yardım istemesini kimse öğretmediği için, ikiyüzlülük yapması, saklaması, gizlemesi öğretildiği için rezalet yokmuş gibi davranıyor. Tercih bile etmiyor. Koşullandığı yanlışı uyguluyor o kadar.

Yine de kayıtsız kaldığı söylenemez minik kızın. Babasının onu “Sincabım” diyerek çağırmasına katlanıyor sürekli. Ve bir imdat çığlığı atıyor derste ama anlaşılamıyor. Nasıl anlaşılsın ki? Kim çocuk ve seksi aynı anda kullanabilir ki? Kim bu kavramı yan yana koyar ki? Kim bunları birbirine yakıştırır ki? Clarissa okulda bir başka bir resim daha yapmış anlayacağınız. Ancak öğretmeni resimdeki Sincap ve Kurdun duruşuna gülümsüyor. Kendi kendine “Ah, Clarissa, çizdiğin Kurdun Sincaba ne yapıyor gibi göründüğünü bir bilsen!” der. Uzaklaşır. Zaten uzaktır kızcağızın hislerinden. Hepten gider. Yiter.








Uzun lafın kısası, çocuk ve cinsellik yan yana gelmemesi gereken kavramlardır ve Jason Jungbluth bunu kullandığı çizgiyle de metinle de ters köşe yaparak göstermektedir. O bir sanatçı olarak görevini nasıl yerine getiriyorsa okurların da bir başka şekilde birilerine “dur” demeyi becermesi gerekmektedir.

Bu anlatılanlar yetmedi derseniz, yukarıdaki kısa öyküye bir bakın (resimlere tıklayarak tam sayfa görüntüleyebilirsiniz). Bunu okuduktan sonra, yarın, uyandığınızda hala aynı insan olamayacaksınız.

24 Mayıs 2021 Pazartesi

Zagor'da Yüzüklerin Efendisi Alıntıları Gördüm

Ümit Kireççi

...

Zagor'un "Gökyüzündeki Şato" adını taşıyan macerasını çok merak edip aramış ama bulamamıştım zamanında. Fumetti ekolü içinde en çok sevdiğim kahramanlardan biri olan Zagor'un fantastik maceralarına özel ilgim de düşünülünce nasıl bir hayal kırıklığı yaşadığımı sanırım anlarsınız. Tükenmişti ilk baskı. Sahaflarda da yoktu. 

Neyse, sonunda ikinci baskı yapıldı, koştum adım ve ilk hızlı okumamda çizim hataları bulup gülümsedim. Ancak aradan onca zaman geçtikten sonra alıcı gözle tekrar okumaya karar verinde ne göreyim... İlk üç sayfa Yüzüklerin Efendisi üçlemesinin "Kralın Dönüşü" bölümünün en can alıcı sahnesinin özeti olmuş :) Kare kare Gondor kuşatması okumak/izlemek isteyenler aşağıdaki tura katılabilirler.

Zagor Dev Albüm 1

Gökyüzündeki Şato

Yazan: Moreno Burattini

Çizen: Marco Torricelli

Kapak: Gallieno Ferri

Çeviri: Ay Barka

LAL Kitap, 2011









3 Mayıs 2021 Pazartesi

Lanetli Çizgi Roman: Üç Sanatçı da 50 Yaşını Görmeden Öldü

Ümit Kireççi
...
Dwayne McDuffie, Robert L. Washington III ve John Paul Leon üç yetenekli çizgi roman sanatçısıydı ve üçü de DC Coics'in Static (Shock) adlı comicsinde birlikte çalıştı ve üçü de 50. yaşlarını göremeden hayata veda ettiler.


Static, bilmeyenler için kısaca anlatayım, DC Comics'in alt yayın evi olan Milestone Comics'in bir kahramanı olarak dört kişilik kalabalık bir kadro tarafından yaratıldı. Tarihler 1993 yılını gösterirken Dwayne McDuffie, Denys Cowan, Michael Davis ile Derek T. Dingle dörtlüsü James Brown'un aynı isimli şarkısından ilham alarak Static kod adlı genç ve siyahi bir genci çizgi roman dünyasına kazandırdılar. Ancak eminim hiç biri sonradan olacakları hayal bile etmemiştir.


Üç yetenekli sanatçının bir araya gelerek çeşitli diziler halinde yarattıkları maceraları hem çizgi roman hem de çizgi film olarak gençlere sunulan Static'in adeta lanetli diyebileceğimiz gizemli etkisi Dwayne McDuffie, Robert L. Washington III ve John Paul Leon'un 50 yaşına girmeden ölmesiyle ortaya çıktı. 


Dwayne McDuffie, 20 Şubat 1962 tarihinde dünyaya gelirken 21 Şubat 2011 günü henüz 49 yaşındayken vefat etti. Ben 10 dahil birçok çalışmada yer alan yazar kalp ameliyatı sonrasında hayatını kaybetti.

Robert Lee Washington III, 29 Kasım 1964 tarihinde dünyaya gelip 7 Mayıs 2012 günü henüz 48 yaşındayken kalp kriziyle hayata gözleri yumdu.

John Paul Leon ise 26 Nisan 1972 tarihinde dünyaya gelip 1 Mayıs 2021 günü henüz 49 yaşındayken kansere yenik düştü.  

Toprakları bol olsun.

Şimdi tek temennim diğer sanatçıların başına bir şey gelmemesidir.

31 Ocak 2021 Pazar

Büyük Editör Julius schwartz'ı Young Justice Animasyonunda Görme Keyfi

Ümit Kireççi
...
Ülkemizde pek tanınmasa da Julius Schwartz DC Comics'in efsane editörlerinden biri olarak adını altın harflerle tarihe yazdırmış biridir. 

Yakın zamanda gecikmeli olarak izlediğim Young Justice çizgi film dizisinde adını ve yüzünü görünce gülümseyiverdim. Üstelik de bir film yönetmeni olarak... Sonra fotoğrafını araştırırken gördüm ki bu ilk kez okur karşısına çıkışı değilmiş ve galiba Stan Lee'ye de ilham veren bu olmuş... Veya o ona ilham vermiş ya da... Ona ayrıca bakacağım :)     





 

1 Aralık 2020 Salı

Çizgi Roman Yayıncılarına Efelenmek…

 Ümit Kireççi - umitlila@gmail.com 

...

Açıkçası tüketici olarak çizgi roman okurlarının da en az diğer her tür sanat eseri veya sanat dışı ürün tüketenler kadar talepkar olma hakkı vardır. Şüphesiz bu bir gerçektir ve tartışılamaz.

Ancak talep etmeyle doğru şeyi “talep etme” konusu farklı şeylerdir ve okurun “şantaja” varan tehdit söylemlerini onaylamak mümkün değildir.

Evet, sanat bu ülkede ilk gözden çıkarılan şeylerin başında gelir. Ve evet, sanatla/eğlence sektörüyle iştigal eden yapımcılar, uygulayıcılar, sanatçılar hep kolay hedef olmuştur. Bu biraz kültürle ilgilidir biraz da sahipsiz olmakla ilgilidir biraz da alıcının kendini konumlandırdığı yerle ilgilidir.

Konumlandırma demişken… Çizgi roman okurlarında belli bir grup dönüp dolaşıp reel koşulları görmezden gelerek kendini kahramanlaştırıyor, yayıncıların kendisi sayesinde ayakta durduğu varsayımıyla harekete geçiyor, kendini muktedir ve vazgeçilmez bir konuma yerleştiriyor.

“Yayıncıları desteklemek için yayın satın almak” gibi anlamsız bir alışkanlık edinen bir grup okur yayıncıları fiyatları indirmemesi halinde desteğini çekmekle tehdit ediyor örneğin.
Hatta bu yetmiyor sosyal medyadaki tanışlarını örgütleyerek bu tutumunu eyleme dönüştürmeye çabalıyor.
Bu “her yayını alma” kahramanlığına ilaveten de “her şeyi okuma isteği” duygusu eşlik ediyor. Açıkçası oburluk düzeyinde okumak, çizgi roman okumayı istemek son derece güzel ve olumlu bir taleptir. Ancak her lokantada yemek yiyememek gibi, her kıyafeti giyememek gibi, her arabayı kullanamıyor olmak gibi de sınırlamalar söz konusu bu alanda. İnsan neden bütün çizgi romanları okumak istesin ki?

Her okurun bir ilgi alanı vardır. Her alıcının öyledir. Edebiyatla ilgilenen her kitabı okumak için çabalamaz. Sinema izleyicisi bütün filmleri izlemek için debelenmez. Ne mali koşullar buna uymaz ne zaman ne sağlık. Bir grup çizgi roman okurunun olanaksızın peşine düşmesini saygıyla karşılıyor olmakla birlikte anlamlandıramıyorum. Hele de bunu yayıncıları tehdit etme boyutuna taşımasına hiç anlam veremiyorum. Merak ettiğiniz çizgi romanı okuyun kardeşim, sonra alın elinize bir sanat dergisi onu okuyun, romanlara bakın, film –dizi izleyin… “Sergi gezmek istiyorum” diye ortalığı velveleye veren ve “tablolar çok pahalı” diye krize giren bir plastik sanatlar meraklısı gördünüz mü siz? “Hollywood, batırırım seni üleyn” diye bağrınan bir sinema izleyicisine rastladınız mı? Bir sakin, relaks….

Ama ilginçtir ki kavgada da hep aynı şey olur. Saldırgan veya güçlü olan silahlı olan değil güçsüz olan mağdur olan tutulur kavga ayırma bahanesiyle. O kişi de hep dayak… Bir grup okurun ayakta kalmak için uğraşan yayıncılara saldırmasını da tam buna benzetiyorum.
Ne kağıt zammı, ne dolar, ne matbaa, ne dağıtımcı, ne şu, ne bu… Haklı olan sadece o bir grup okur oluyor hep. Tehdide şantaja varıyor talepleri. Haklı saptamalar bile değersizleşiyor söylemin vardığı noktada. Haklı talepler silinip gidiyor. Çünkü o bir grup okur kendileri yetmiyormuş gibi yanlarına iş birlikçi çekmeye uğraşarak üstü örtük bir şekilde “seni batırırız yayıncı” diyor her fırsatta.

Uzun sözün kısası küçük bir camia çizgi roman piyasası. Küçük ve büyümeye; daha çok da ayakta kalmaya, çalışan bir piyasa. Seksen milyon insanın yaşadığı bir ülkede bu işi layıkıyla yürütmeye çalışan yayıncı sayısı iki elin parmağından az ve okur sayısı da komik bir rakamda geziniyor. Türk işi çizgi roman üretimi ise sıfırdan biraz fazla. Tüm bunların içinde de bir grup okur yayıncı batırma ve büyük iş başarma peşinde koşturuyor. Ne diyelim daha bilmiyorum…

12 Ekim 2020 Pazartesi

"2020 Yılında Bir Nükleer Savaş Eksik" Diyenlere Örümcek Adam'dan Öngörü Gelsin

Ümit Kireççi
...
2020 yirmi yılı daha yarısını henüz geçmiş olmasına rağmen peş peşe gelen felaketlerden dolayı çok da özlenecek bir yıl olmayacak gibi görünüyor. Bu arada yıl bitmeden daha fazlasını bekleyen insanların sosyal medya paylaşımları Zombi istilası, Godzilla saldırısı, Uzaylı ziyareti ve Nükleer savaştan yana oldu.

Açıkçası ben geleceği ele alan her hikayeden bir öngörü bekleyen biri değilim. Hatta arada bir tesadüf edenleri de nokta atışı yapmış sayıp yüceltenlerden olamadım. Ancak bu belki şom ağızlılık olacak ama The Amazing Spider-Man'in 20. Annual sayısında 2020 yılı içinde dikkate değer büyük bir felaket olacağı öngörüsünde bulunulmuş.

Yıllar önce dilimizde yayınlanmış olan macerada 2020 yılının Iron Man'i büyük bir terör saldırısını engellemek için günümüze zamanda yolculuk etmek zorunda kalır. Bu yolculukta terör saldırısını gerçekleştirecek kişinin çocukluğuna ulaşması gerekmektedir. Ancak asabi kişiliği saldırganlığa dönüşünce Örümcek Adam ona müdahale etmek zorunda kalır. Bu mücadele sırasında çocuk ağır yaralanır, Örümcek dellenir ve Iron Man'i fena benzetir. Iron Man başarısız olur. Kendi zamanına döner. 2020 yılında nükleer bir patlama şehri haritadan silmiştir. 

Bu sayı Ken McDonald senaryolaştırdığı Fred Schiller'in öyküsünü temel alıyor. Çizer Mark Beachum. Sene 1986. 





5 Ekim 2020 Pazartesi

NOVA Dizisini Çizgi Roman Kitaplığıma Katma İsteğim...

Ümit Kireççi 
...
İlk kez türkçe yayınlanan Fantastik Dörtlü sayfalarından tanıştığım NOVA adlı kahramanı uzun süre New Warriors çizgi roman dizisinden takip etmiştim.Çok sonradan da kendi kısa dizilerini öğrenmiştim. 

Şu anda elimde tek sayısı bile bulunmayan bu dizinin 25 sayısını da kitaplığıma katmayı çok istiyorum. Ama kısmet işte. Bu arada belirteyim dizinin büyük bir bölümü feci. Ben daha çok Champions of Xandar ekibinin ortaya çıkışına ve FF sayfalarındaki mücadelelerine hayranlığımdan ilgi duyuyorum.

Aşağıda dikkatimi çeken görseller bulacaksınız. İlki herkes görsün diye kapak örneği, ikincisi içinden yazar ve çizer ekibiyle Stan Lee'nin geçtiği sayfalar, üçüncüsüyse kumaşa dönen miğfer anlamsızlığı, dördüncü ve beşinci ülkemizde yayınlanan FF sayfalarını hatırlatsın istedim, son görsel ise yenilerden ve görüyorsunuz yine kumaş "miğfer"... 







 

17 Eylül 2020 Perşembe

İsrail'in Sabra ve Şatila Katliamını Anlatan "Beşir'le Vals"i Okuyun

 Yazar: Ari Folman, David Polonsky 

Çevirmen: Sabri Gürses 

Everest Yayınları


Toplumsal belleğin yitimini temsil eden bir kurguyla 16 Eylül 1982 yılında İsrail tarafından gerçekleşen Sarba ve Şatila katliamının anlatıldığı çizgi roman aynı adlı belgesel animasyondan uyarlanmıştır.

Hafızasını yitiren bir askerin katıldığı katliamı hatırlamasına doğru ilerleyen bir sürecin anlatıldığı çizgi roman sağ duyulu, barış yanlısı her okurun arşivinde bulunması gereken bir yapıt olarak tarihte yerini almış bulunmaktadır.


7 Haziran 2020 Pazar

Netflix, The Yeni Idiot Box Mu? (!)


Ümit Kireççi - umitlila@gmail.com 
...
Evet, biliyorum, arkadaşlarım bana kızacak ve evet biliyorum bazıları “adama sır verdik ser aldı” diyerek söylenecek ama şu Netflix ve türevlerinin hoş yanlarını bir yana bırakırsak ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum: NETFLIX ve türevleri dünyanın yeni aptallaştırıcı kutusu modelidirler.

Bu yazı aslında bir tür sorgulama denemesi gibi bir şey benim için. Üyesi olmadığım ama olmak için can attığım bir ürünün sorgulanması. Cidden can atmalı mıyım, üyesi olmalı mıyım, ne katacak bana veya ne çalacak benden?

Ana konuya girmeden önce televizyonun verdiği rahatsızlıkları ve zararları anlatan The New Mutants Summer Special sayısı sayfalarına göz atalım istiyorum. Bu comicsde televizyonun tüketime yönelik yayınları, açgözlülük, haber adı altında sunulan metinlerin içeriklerinin hazırlanışı, sistemlerin televizyonu propaganda aracı olarak kullanışı ve toplumu bir yanılsama içinde yaşatmasının yanı sıra tembelliğe iterken manipüle etmesinin yöntemleri anlatılıyor. Marvel comics bir bakıma X-insanlar türü çizgi romanlarının en popüler olduğu dönemde ele alınan konuyu mutant türünün en genç bireylerince yaşıtlarına aktartıyor. 

1990 yılında okura ulaştırılan sayının adı "Megalopolis'de bir Mutant" (A Mutant In Megalopolis). Sayının içinde geçen "megalopolis" dev şehir anlamına gelir ki belki televizyonun dünyayı küresel bir merkezde toplamasından olacak hayali bir televizyon kamera arkası dünyasında geçen bu maceraya uygun bulunmuş (Tabi bir trlü çekilemeyen dev bütçeli Francis Ford Coppola filmine gönderme yapmıyorsa). Ayrıca dikkatli bakarsak kapakta "Vidiot's Delight" yazıyor ki burada da Idiot ve delight kavramlarına eleştirel bir kelime oyunu göze çarpıyor. Unutmadan ekleyeyim yazar Ann Noventi, çizer Bret Blevins

Macera grubun uzaydan gelen üyesi Warlock'un televizyon izlemeye merak sarmasıyla başlar. Daha sonrasındaysa ekibin bazı üyeleri televizyon yayınının içine giriverir ve... Gerisini de okumak gerekir. İşte özeti:











Netflix nedir?

İki kafadarın 1997 yılında kurduğu bir firmadır Netflix. Postayla video kiralama şirketi olarak işlemeye başlayan kurum zaman içinde abonelikle sınırsız kiralama modeline oradan da 2007 yılı itibariyle dijital film izleme modeline geçti. 2008 yılındaysa binlerce filmi ve programı yayına soktu. 2010 yılında akıllı telefonlarda boy gösterdi. 2013 yılındaysa artık kendi kanalı vardı ve kendi dizi – sinema yapımlarını çekmeye başladı.


Üstelik de bunu yapay zekaların veri analizlerini kullanarak genel izleyici kitlesi arayışının ötesine geçerek, adeta kişiye özel yayıncılığa geçerek başardı.

Sonuç olarak şu anda da yetişkinleri geçtim artık küçücük çocukların bile dilinde olan ve 7/24 her yerde her saat izlenebilen özel bir kanal hüviyetine büründü.

İzleyicinin TV’yle İmtihanı

Televizyon icat edildiğinden beri ayı sorunları yaşamış gibi görünüyor. Yayınlarla ilgili yapılan eleştiriler hangi bakış açısından gelirse gelsin aynı olmuştur: Boş, fazla eğlenceli, bilgilendirici olmaktan uzak, yanlı, oyalayıcı, tembelleştirici, göz bozucu, akıl karıştırıcı, yönlendirici, v.s.

Muhafazakar kesimin de kendini modern olarak tanımlayan kesim de eğitimli kesim de eğitimsiz kesim de politikacılar da aynı şikayetleri dile getirmiştir hep. Her birinin baktığı pencere farklı da olsa televizyon yayıncılığına ayar verme, arzu edilen yöne çekme talebi yinelenegelmiştir sürekli.

Bu talepler içinde dikkatli bakıldığında muhafazakar kesimin yeniliklerden uzak tekrarlardan hoşlanılan yayınlardan oluşan onlarca kanala sahip olduğu görülür. Dahası bu kesim bununla yetinmez izleyicisi çok olan ulusal kanallara sızmanın yollarını bulur devletin televizyonunda siyasilerin desteğiyle büyük oranda yer kaplar. Hatta hızını alamaz ve muhafazakar kesime hitap etmeyen küçük yayınlara da müdahalede bulunur.

Siyasetçiler ise her fırsatta özgür yayınları zapturapt altına almaya çalışırlar. Yayını durdurma eylemi haber programlarını geçer, yarışma programlarına dizi filmlere kadar uzanır yeri geldiğinde. İzleyiciyi yönlendirme noktasında hiç sınırlamaz kendini siyaset erki.
Bu arada genel (sıradan) izleyici televizyon başında pinekler. Ona sunulan veya arzu ettiği veya arzu ettiğine koşullandırıldığı programları izler mütemadiyen.

Ancak bir kesim vardır ki tüm televizyon izleyiciliği sürecini ucundan kıyısından deneyimlerken kendisine hitap eden bir yayın alanı arayışındadır… Veya arayışındaydı o da kendini modern olarak tanımlayan, hayatı sorgulamaktan kaçınmayan, aykırı konuları görmekten çekinmeyen eğitimli ve çağdaş kesimdir.

Netflix ve türevlerinin yayınları bu bağlamda genel izleyici kitlesinden kopmadan tam da son grubu hedef almıştır. Ve tam da bu grup(lar)a göre seçim yapabilecekleri diziler, sinema filmleri, programlar yayınlamaktadır.

Televizyonu Ne İçin İstiyoruz?

Televizyon yayını insan yaşantısında yer almaya başladığından bu yana hep önemli bir yer tutmuştur. Dünyanın küçülmesini insan bilgi dağarcığının büyümesini sağlayan bu araç işlev bakımından önemli bir yere sahiptir.

Eğlenceden eğitime kadar birçok farklı işleve sahip olan televizyon gün boyunca çalışan insanların akşam eve gelince karşısında oturup izlerken dinlenebileceği olanaklar sunmaktadır. Bu bazen spor programıyla, bazen haberle, bazen belgesele, bazen yarışmayla, bazen müzikle, bazen filmle gerçekleşmektedir.

Sıradan çalışan kesim eve geldiğinde pijamasını giymek ve günün yorgunluğunu atarken izlemek istiyor televizyonu. Evde tutulan kadınlar ise kendilerine sunulanla yetinmeyi alışkanlık haline getirdiğinden televizyonun beyni zorlamayan yayınlarıyla hayli mutlular bu esnada.

Açıkçası her nabza göre şerbet veren ve izleyicinin kişisel seçim yaparak yayın takip edebileceği bir alan çok cazip görünüyor. Ama izleme anlayışı ve olanakları ortaya birçok sorunu çıkarıyor.

İzleyici bu yeni yayın modeliyle birlikte 7/24 izleyici olma şansı yakalamış durumda. Bu bir avantaj gibi görünebilir ancak içerik seçme, ulaşma, şifreleme, kişiselleştirme, zaman ayarlama gibi cazip birçok fonksiyonla izleyici aslında ciddi bir “bağımlıya” dönüşmektedir artık.
Gerçekten soruyorum. Hatta soruyu Brian Groombrige’in “Televizyon ve Toplum” kitabından alarak soruyorum: Televizyonu ne için istiyoruz?

Birçok kesim farklı içerik beklentisiyle de olsa “eğitici” bir rol üstlenmesini istiyor televizyonun. Siyasetçi kendi isteğine uygun yönlendirme yapmasını istiyor televizyondan. Muhafazakar kesim hep yaratıcılıktan uzak yaratıcıya yakın şeyleri tekrar etmesini istiyor. Modern kesim ise özgürlük olarak tarif ettiği ama kendisi gibi düşünen insanların eğitildiği bir televizyon istiyor.

Brian Groombrige kitabında; yine eğitici işleve vurgu yaparak, televizyonun katılımcı çoğulcu demokrasiyi güçlendirebileceğini ileri sürüyor büyük bir coşkuyla. Ancak biliyoruz ki uygulamada televizyon yayıncılığı sadece ve sadece bağımlılık yaratma düzeyinde ilerliyor.
Kitapta görüşlerinden alıntı yapılan alıntı Philip Elliott şöyle tanımlıyor durumu:

Ekip, izleyiciye iletişim açısından değil de, genellikle, tepki açısından önem verir. Yapım ekibinin asal amacı izleyicinin ilgisini çekerek televizyonu kapamalarını önlemektir.  

JLA, DC Comics

İşte bu noktada ulusal ve yerel yayın yapan televizyon kuruluşlarına yönelik yöneltilen eleştirilerle aynı potaya düşüveriyor Netflix ve türevleri. Üstelik de daha da vahim bir yöntemle.

Sıradan izleyici televizyonu kapatıp ona arkasını dönüp gezmeye çıkabiliyorken Netflix izleyicisi ekran bağımlılığını yanında taşıyor.

Ekranlardan Kurtuluş Yok

1923 yılında küçük bir İngiliz kasabası olan Hastings’de icat edilen ve yakında yüzüncü yılını kutlayacak olan televizyonun mucidi John Logie Baird acaba işin bu noktalara geleceğini öngörmüş müydü? Evde televizyon, bilgisayarda televizyon, telefonda televizyon, saatte televizyon…

Ancak televizyona haksızlık etmeden önce gerçeği konuşalım: Ekrandan kurtuluş yok!
Ortada aktif işgalci rolü oynayan bir dikdörtgen mevcut. Bütün bu geometrik işgal sanki resim sanatıyla başlamakta, yüzümüzü görmek için kullandığımız ayna çerçevesiyle hayatımızı kaplıyor ve dünyaya açılan pencerelerle kapılarımız eşliğinde bizi esir almaktadır. İmgesel bir dünyanın varlığı dönüşüme uğrayarak bizi sürekli kuşatmakta, sınırlamakta, özgür olduğumuzu sandığımız bir alanda tutsak ediyor gibidir.

Evet, ekranlar hayatımızın önemli bir parçası. Özellikle de bu salgın ve karantina günlerinde ekranlar adeta yaşantımız… Bilgisayarda çalışma, proje hazırlama, e-posta yoluyla iletişim, internet aracılığıyla bilgi edinme, oyun oynama, online eğitim, spor, alışveriş, kitap okuma, toplantı, sosyal medya, video – klip - film izleme…

Peki ama salgın öncesi ve sonrasında Netflix ve türevlerinin işlevini veya sorunlarını ne yapacağız?

Televizyonun Tehlikesi

Genel olarak televizyonun izleyicilerini uyuşturduğu ve tembelleştirdiği eleştirisine şahit oluyoruz. Özellikle çocukların oyun oynamasının zorunluğu ön plana çıkarılırken bedensel aktivitenin artması için ekrandan uzak durulması söyleniyor. Ayrıca sürekli ekrana bakmanın tek taraflı bir iletişim yöntemi olduğu vurgulanırken sosyal ilişkilerde “iletişim” kurmada sorunlar yaşanabileceğine dikkat çekilmektedir. Haliyle televizyon izlemenin yalnızlaştırdığı gerçeğinden yola çıkan uzmanlar sosyalleşmek için ekranla bağların koparılmasını dile getiriyorlar. Buna ek olarak da çocukların nörobiyolojik zarar görme olasılığının yanı sıra tembelleştirici etkisinden dolayı izlemede kısıtlama getirilmesi önerilmektedir. İzleyicinin manipüle edilmesi olayı ise büyük bir tehlike olarak öne çıkarılıyor.

Peki bu etkiler ve tehlikeler sadece çocukları mı kapsıyor?

Hayır!

Yukarıda sayılan tehlikelerin tamamı yetişkinler için de geçerlidir. Tembellik, sosyal ilişkilerde azalma ve sorunlar, kendini ifade etmede yaşanan güçlükler, görülen bir yanlışa tepki göstermede duyulan isteksizlik ve edilgenlik, manipüle edilme, yalnızlık, bedensel aktivitelerin azalması, uyku sorunu, nörobiyolojik sorunlar, üretkenlikten uzak durulması…
Aşırı dozda televizyona maruz kalmanın yaratacağı sorunlar görüleceği üzere sadece çocukları etkilemiyor. Yetişkinler de açık olumsuz etkilere.

Birkaç Ağır Eleştiri


Televizyonun siyasi erk eliyle yönetilmesi elbette kabul edilebilir bir şey değildir. Bunun tehlikesine dikkat çeken bir eser George Orwell’in “1984” adlı yapıtıdır. Evlerin duvarında yer alan ve hiç kapanmayan televizyonları hatırlar romanı okuyan herkes. Ayrıca bu televizyon ekranlarından sadece sansürlenmiş propagandaların yayınlandığı da akıllardadır şüphesiz. Bu Netflix üzerine yazdığım düşünüldüğünde uç bir önek gibi görünebilir. Ancak sürekli televizyon izlemenin ve manipülasyona açık olmanın, üstelik de buna 7/24 gönüllü olmanın tehlikelerine yönelik sağlam bir uyarı niteliğinde olduğunu düşünüyorum.


Belki kişinin sorgulayıcı ve sınırlama getirilmiş aykırı konuları ele alan yayınları izlemesinin bir tür bilinçlenme olduğu düşünülmektedir. Ki biliyorum öyle düşünülüyor. O zaman şunu sorgulamak zorunda kalıyorum: Ha, siyasi erk eliyle sınırlanmış ha özgür bırakılmış olsun, bir izleyici sürekli olarak bildiği şeyleri izlerken ve harekete geçmek için sosyalleşme imkanı bulamazken ve her yeni çıkan programı izlemek üzere oyalanırken bilinçlenmesinin (!) ne yararı olacaktır? Bu izleyicinin muhafazakar kesim izleyişinden ne farkı vardır? Bilinen şeylerin tekrar edilmesiyle Allah’ın mucizeleriyle şaşkına uğramanın yerini bilinen aykırılıklarla aynı konuyu farklı şekillerde ele alan kurguların şaşırtıcılığı alınca ne değişiyor?
Bu sorular bir yanda dururken Ray Bardbury’nin “Fahrenheit 451”ine geçelim. Orada da yazar distopyasında sanatın yok oluşuna dikkat çeker. Kitabın, resmin, heykelin yok oluşuna ve yerlerini ucuz işlerin alışına vurgu yapar yazar. Duvarlarda yine devasa ekranlar vardır. Hiç kapanmayan. Ancak yazarın endişesi biraz abartılı olacak ki daha sonra biz “Fahrenheit 451”in sinemaya uyarlandığına şahit olduk. Üstelik de çizgi romana uyarlanan klasik romanların sanatı küçümsemek olduğunu söyleyen yazarın eseri çizgi romana da dönüşmüştür ki bazen televizyona yöneltilen eleştirilerin doğruluğundan şüphe duymama neden oluyor.


Ta ki Netflix izleyicisinin 7/24 televizyon, bilgisayar, tablet, telefon üzerinden bağımlı kılınışını çağrıştıran Black Mirror dizisinin “Fifteen Million Merits” adlı bölümünü gözümün önüne getirene kadar:

Dizinin birinci sezon ikinci bölümünde küçücük bir apartman dairesi görürüz. İçeride sadece üzerinde bir adamın uyuduğu bir yatak bulunmaktadır. Duvarlarsa ekrandır. Kişi uyanınca ekran da çalışmaya başlar. Hatta öncesinde ekranda çiftlik manzarası belirir ve ortaya çıkan bir horoz o kişiyi öterek uyandırır. Bölüm boyunca günlük yaşantının her anına eşlik eden ekranları ve uyduruk televizyon programlarını görürüz. Sonra filmde bir kız pornografik bir filmde oynamayı kabul eder. Bu film kaçışı olmayan ev duvarlarından yayınlanır. Değer verdiği bir genç kızın bu durumuna kayıtsız kalamayan genç adam ekranlara bakmamak için gözlerini kapatır. Bunu algılayan ekran yayını durdurarak gözlerini açması uyarısını bin defa yineler. Genç adam televizyon programına protestoya gider. Bu yayınların ne kadar iğrenç olduğunu anlatmak amacıyla canlı yayında kendi boynuna bir cam parçası dayar. Protestosunu eder. Sesini bütün dünyaya duyurur. Büyük beğeni alır. Sonunda da görürüz ki camı boynuna dayayarak birçok konuda protesto konuşmaları yaptığı bir televizyon programının sunucusu olmuştur. Artık konuşmaları aydınlatma işlevini yitirerek kendisi karşı çıktığı sistemin bir ürünü, tüketim nesnesine dönüşmüştür.

İşte özetle görüşüm o ki Netflix ve türevlerinin izleyicisi yavaş yavaş yeni bir tür yayıncılığın aptallaştırdığı izleyici kesimine dönüşmeye başlıyor. Üstelik de karşı çıktığı yayınlık anlayışının bir parçasına esir düşerek, bağımlısı olarak. Artık sansürün, sınırlamaların yoğun olmadığı bir yayıncılığa kavuşan belli bir kesim izleyici kitlesi farkına varmadan yanında taşıyor ekrandan oluşan duvarlarını.

Aptal Kutusu

Ekrandan kurtulamıyoruz. Sınırlama getirebiliriz belki ama kurtulamıyoruz. Öte yandan işlevsel de kullanabiliriz. Aptal kutusu televizyon sorununa aptal kutusu televizyon yayınıyla yanıt bulalım…


Sünger Bob Kare Pantolon çizgi filminin üçüncü sezon sekizinci bölümü belki de bu aptallaşmanın yanıtıdır. Yalnızlaşmak, ekrana bağlanmak, sosyalleşmek, hayal gücü, sınırsızlık, üretkenlik, tembellik, eleştirilen konunun tuzağına düşmek…

Aptal Kutusu” (Idiot Box) adını taşıyan bölümde Sünger Bob ve arkadaşı Patrick onları yargılayan ve aptal olarak niteleyen kindar bakışlar altında yol kenarında beklerken bir kargo kamyonu onlara irice bir kutu teslim eder. İçinden çıkan devasa televizyonu çöpe atan ikili karton kutunun içine girerek oyun oynamaya başlar. Kindar komşu gelir ve aptallar gibi kutunun içinde oynayanlardan televizyonu almak için izin ister. Kafadarlar karton kutuda oynamak için sipariş etmişlerdir o televizyonu o yüzden verirler hemen. Komşu mutludur ancak kumandayı unutmuştur. Geri döndüğünde kutudan gelen helikopter seslerini duyar. Çığ düşmesini, robot seslerini, savaş gürültülerini. Şaşkınlığa uğrar. Kutuyu açar bakar, ikili kutuda öylece oturmaktadır. Sesleri açıklar Sünger Bob ve kısaca “hayal gücü” der. Bölüm sonuna kadar sürer bu olay. Boş kutudan fantastik sesler gelirken televizyon zevk vermez komşuya. Sonunda komşu gece geç saatte gizlice kutuya girer ve arabada olduğunu hayal eder. O ne? Motor sesi duyulur. Hatta kutu hareket ediyor gibi titremeye başlar. Komşu kendisinin de hayal gücü olmasına sevinir. Ancak olayın aslı şudur, çöp kamyonu onu yüklenmiş şehir çöplüğüne götürmektedir. Hatta finalde komşuyu kutusuyla, hayal gücüyle, yalnızlığıyla çöpe döküverir.


Linkler

Related Posts with Thumbnails