7 Haziran 2020 Pazar

Netflix, The Yeni Idiot Box Mu? (!)


Ümit Kireççi - umitlila@gmail.com 
...
Evet, biliyorum, arkadaşlarım bana kızacak ve evet biliyorum bazıları “adama sır verdik ser aldı” diyerek söylenecek ama şu Netflix ve türevlerinin hoş yanlarını bir yana bırakırsak ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum: NETFLIX ve türevleri dünyanın yeni aptallaştırıcı kutusu modelidirler.

Bu yazı aslında bir tür sorgulama denemesi gibi bir şey benim için. Üyesi olmadığım ama olmak için can attığım bir ürünün sorgulanması. Cidden can atmalı mıyım, üyesi olmalı mıyım, ne katacak bana veya ne çalacak benden?

Ana konuya girmeden önce televizyonun verdiği rahatsızlıkları ve zararları anlatan The New Mutants Summer Special sayısı sayfalarına göz atalım istiyorum. Bu comicsde televizyonun tüketime yönelik yayınları, açgözlülük, haber adı altında sunulan metinlerin içeriklerinin hazırlanışı, sistemlerin televizyonu propaganda aracı olarak kullanışı ve toplumu bir yanılsama içinde yaşatmasının yanı sıra tembelliğe iterken manipüle etmesinin yöntemleri anlatılıyor. Marvel comics bir bakıma X-insanlar türü çizgi romanlarının en popüler olduğu dönemde ele alınan konuyu mutant türünün en genç bireylerince yaşıtlarına aktartıyor. 

1990 yılında okura ulaştırılan sayının adı "Megalopolis'de bir Mutant" (A Mutant In Megalopolis). Sayının içinde geçen "megalopolis" dev şehir anlamına gelir ki belki televizyonun dünyayı küresel bir merkezde toplamasından olacak hayali bir televizyon kamera arkası dünyasında geçen bu maceraya uygun bulunmuş (Tabi bir trlü çekilemeyen dev bütçeli Francis Ford Coppola filmine gönderme yapmıyorsa). Ayrıca dikkatli bakarsak kapakta "Vidiot's Delight" yazıyor ki burada da Idiot ve delight kavramlarına eleştirel bir kelime oyunu göze çarpıyor. Unutmadan ekleyeyim yazar Ann Noventi, çizer Bret Blevins

Macera grubun uzaydan gelen üyesi Warlock'un televizyon izlemeye merak sarmasıyla başlar. Daha sonrasındaysa ekibin bazı üyeleri televizyon yayınının içine giriverir ve... Gerisini de okumak gerekir. İşte özeti:











Netflix nedir?

İki kafadarın 1997 yılında kurduğu bir firmadır Netflix. Postayla video kiralama şirketi olarak işlemeye başlayan kurum zaman içinde abonelikle sınırsız kiralama modeline oradan da 2007 yılı itibariyle dijital film izleme modeline geçti. 2008 yılındaysa binlerce filmi ve programı yayına soktu. 2010 yılında akıllı telefonlarda boy gösterdi. 2013 yılındaysa artık kendi kanalı vardı ve kendi dizi – sinema yapımlarını çekmeye başladı.


Üstelik de bunu yapay zekaların veri analizlerini kullanarak genel izleyici kitlesi arayışının ötesine geçerek, adeta kişiye özel yayıncılığa geçerek başardı.

Sonuç olarak şu anda da yetişkinleri geçtim artık küçücük çocukların bile dilinde olan ve 7/24 her yerde her saat izlenebilen özel bir kanal hüviyetine büründü.

İzleyicinin TV’yle İmtihanı

Televizyon icat edildiğinden beri ayı sorunları yaşamış gibi görünüyor. Yayınlarla ilgili yapılan eleştiriler hangi bakış açısından gelirse gelsin aynı olmuştur: Boş, fazla eğlenceli, bilgilendirici olmaktan uzak, yanlı, oyalayıcı, tembelleştirici, göz bozucu, akıl karıştırıcı, yönlendirici, v.s.

Muhafazakar kesimin de kendini modern olarak tanımlayan kesim de eğitimli kesim de eğitimsiz kesim de politikacılar da aynı şikayetleri dile getirmiştir hep. Her birinin baktığı pencere farklı da olsa televizyon yayıncılığına ayar verme, arzu edilen yöne çekme talebi yinelenegelmiştir sürekli.

Bu talepler içinde dikkatli bakıldığında muhafazakar kesimin yeniliklerden uzak tekrarlardan hoşlanılan yayınlardan oluşan onlarca kanala sahip olduğu görülür. Dahası bu kesim bununla yetinmez izleyicisi çok olan ulusal kanallara sızmanın yollarını bulur devletin televizyonunda siyasilerin desteğiyle büyük oranda yer kaplar. Hatta hızını alamaz ve muhafazakar kesime hitap etmeyen küçük yayınlara da müdahalede bulunur.

Siyasetçiler ise her fırsatta özgür yayınları zapturapt altına almaya çalışırlar. Yayını durdurma eylemi haber programlarını geçer, yarışma programlarına dizi filmlere kadar uzanır yeri geldiğinde. İzleyiciyi yönlendirme noktasında hiç sınırlamaz kendini siyaset erki.
Bu arada genel (sıradan) izleyici televizyon başında pinekler. Ona sunulan veya arzu ettiği veya arzu ettiğine koşullandırıldığı programları izler mütemadiyen.

Ancak bir kesim vardır ki tüm televizyon izleyiciliği sürecini ucundan kıyısından deneyimlerken kendisine hitap eden bir yayın alanı arayışındadır… Veya arayışındaydı o da kendini modern olarak tanımlayan, hayatı sorgulamaktan kaçınmayan, aykırı konuları görmekten çekinmeyen eğitimli ve çağdaş kesimdir.

Netflix ve türevlerinin yayınları bu bağlamda genel izleyici kitlesinden kopmadan tam da son grubu hedef almıştır. Ve tam da bu grup(lar)a göre seçim yapabilecekleri diziler, sinema filmleri, programlar yayınlamaktadır.

Televizyonu Ne İçin İstiyoruz?

Televizyon yayını insan yaşantısında yer almaya başladığından bu yana hep önemli bir yer tutmuştur. Dünyanın küçülmesini insan bilgi dağarcığının büyümesini sağlayan bu araç işlev bakımından önemli bir yere sahiptir.

Eğlenceden eğitime kadar birçok farklı işleve sahip olan televizyon gün boyunca çalışan insanların akşam eve gelince karşısında oturup izlerken dinlenebileceği olanaklar sunmaktadır. Bu bazen spor programıyla, bazen haberle, bazen belgesele, bazen yarışmayla, bazen müzikle, bazen filmle gerçekleşmektedir.

Sıradan çalışan kesim eve geldiğinde pijamasını giymek ve günün yorgunluğunu atarken izlemek istiyor televizyonu. Evde tutulan kadınlar ise kendilerine sunulanla yetinmeyi alışkanlık haline getirdiğinden televizyonun beyni zorlamayan yayınlarıyla hayli mutlular bu esnada.

Açıkçası her nabza göre şerbet veren ve izleyicinin kişisel seçim yaparak yayın takip edebileceği bir alan çok cazip görünüyor. Ama izleme anlayışı ve olanakları ortaya birçok sorunu çıkarıyor.

İzleyici bu yeni yayın modeliyle birlikte 7/24 izleyici olma şansı yakalamış durumda. Bu bir avantaj gibi görünebilir ancak içerik seçme, ulaşma, şifreleme, kişiselleştirme, zaman ayarlama gibi cazip birçok fonksiyonla izleyici aslında ciddi bir “bağımlıya” dönüşmektedir artık.
Gerçekten soruyorum. Hatta soruyu Brian Groombrige’in “Televizyon ve Toplum” kitabından alarak soruyorum: Televizyonu ne için istiyoruz?

Birçok kesim farklı içerik beklentisiyle de olsa “eğitici” bir rol üstlenmesini istiyor televizyonun. Siyasetçi kendi isteğine uygun yönlendirme yapmasını istiyor televizyondan. Muhafazakar kesim hep yaratıcılıktan uzak yaratıcıya yakın şeyleri tekrar etmesini istiyor. Modern kesim ise özgürlük olarak tarif ettiği ama kendisi gibi düşünen insanların eğitildiği bir televizyon istiyor.

Brian Groombrige kitabında; yine eğitici işleve vurgu yaparak, televizyonun katılımcı çoğulcu demokrasiyi güçlendirebileceğini ileri sürüyor büyük bir coşkuyla. Ancak biliyoruz ki uygulamada televizyon yayıncılığı sadece ve sadece bağımlılık yaratma düzeyinde ilerliyor.
Kitapta görüşlerinden alıntı yapılan alıntı Philip Elliott şöyle tanımlıyor durumu:

Ekip, izleyiciye iletişim açısından değil de, genellikle, tepki açısından önem verir. Yapım ekibinin asal amacı izleyicinin ilgisini çekerek televizyonu kapamalarını önlemektir.  

JLA, DC Comics

İşte bu noktada ulusal ve yerel yayın yapan televizyon kuruluşlarına yönelik yöneltilen eleştirilerle aynı potaya düşüveriyor Netflix ve türevleri. Üstelik de daha da vahim bir yöntemle.

Sıradan izleyici televizyonu kapatıp ona arkasını dönüp gezmeye çıkabiliyorken Netflix izleyicisi ekran bağımlılığını yanında taşıyor.

Ekranlardan Kurtuluş Yok

1923 yılında küçük bir İngiliz kasabası olan Hastings’de icat edilen ve yakında yüzüncü yılını kutlayacak olan televizyonun mucidi John Logie Baird acaba işin bu noktalara geleceğini öngörmüş müydü? Evde televizyon, bilgisayarda televizyon, telefonda televizyon, saatte televizyon…

Ancak televizyona haksızlık etmeden önce gerçeği konuşalım: Ekrandan kurtuluş yok!
Ortada aktif işgalci rolü oynayan bir dikdörtgen mevcut. Bütün bu geometrik işgal sanki resim sanatıyla başlamakta, yüzümüzü görmek için kullandığımız ayna çerçevesiyle hayatımızı kaplıyor ve dünyaya açılan pencerelerle kapılarımız eşliğinde bizi esir almaktadır. İmgesel bir dünyanın varlığı dönüşüme uğrayarak bizi sürekli kuşatmakta, sınırlamakta, özgür olduğumuzu sandığımız bir alanda tutsak ediyor gibidir.

Evet, ekranlar hayatımızın önemli bir parçası. Özellikle de bu salgın ve karantina günlerinde ekranlar adeta yaşantımız… Bilgisayarda çalışma, proje hazırlama, e-posta yoluyla iletişim, internet aracılığıyla bilgi edinme, oyun oynama, online eğitim, spor, alışveriş, kitap okuma, toplantı, sosyal medya, video – klip - film izleme…

Peki ama salgın öncesi ve sonrasında Netflix ve türevlerinin işlevini veya sorunlarını ne yapacağız?

Televizyonun Tehlikesi

Genel olarak televizyonun izleyicilerini uyuşturduğu ve tembelleştirdiği eleştirisine şahit oluyoruz. Özellikle çocukların oyun oynamasının zorunluğu ön plana çıkarılırken bedensel aktivitenin artması için ekrandan uzak durulması söyleniyor. Ayrıca sürekli ekrana bakmanın tek taraflı bir iletişim yöntemi olduğu vurgulanırken sosyal ilişkilerde “iletişim” kurmada sorunlar yaşanabileceğine dikkat çekilmektedir. Haliyle televizyon izlemenin yalnızlaştırdığı gerçeğinden yola çıkan uzmanlar sosyalleşmek için ekranla bağların koparılmasını dile getiriyorlar. Buna ek olarak da çocukların nörobiyolojik zarar görme olasılığının yanı sıra tembelleştirici etkisinden dolayı izlemede kısıtlama getirilmesi önerilmektedir. İzleyicinin manipüle edilmesi olayı ise büyük bir tehlike olarak öne çıkarılıyor.

Peki bu etkiler ve tehlikeler sadece çocukları mı kapsıyor?

Hayır!

Yukarıda sayılan tehlikelerin tamamı yetişkinler için de geçerlidir. Tembellik, sosyal ilişkilerde azalma ve sorunlar, kendini ifade etmede yaşanan güçlükler, görülen bir yanlışa tepki göstermede duyulan isteksizlik ve edilgenlik, manipüle edilme, yalnızlık, bedensel aktivitelerin azalması, uyku sorunu, nörobiyolojik sorunlar, üretkenlikten uzak durulması…
Aşırı dozda televizyona maruz kalmanın yaratacağı sorunlar görüleceği üzere sadece çocukları etkilemiyor. Yetişkinler de açık olumsuz etkilere.

Birkaç Ağır Eleştiri


Televizyonun siyasi erk eliyle yönetilmesi elbette kabul edilebilir bir şey değildir. Bunun tehlikesine dikkat çeken bir eser George Orwell’in “1984” adlı yapıtıdır. Evlerin duvarında yer alan ve hiç kapanmayan televizyonları hatırlar romanı okuyan herkes. Ayrıca bu televizyon ekranlarından sadece sansürlenmiş propagandaların yayınlandığı da akıllardadır şüphesiz. Bu Netflix üzerine yazdığım düşünüldüğünde uç bir önek gibi görünebilir. Ancak sürekli televizyon izlemenin ve manipülasyona açık olmanın, üstelik de buna 7/24 gönüllü olmanın tehlikelerine yönelik sağlam bir uyarı niteliğinde olduğunu düşünüyorum.


Belki kişinin sorgulayıcı ve sınırlama getirilmiş aykırı konuları ele alan yayınları izlemesinin bir tür bilinçlenme olduğu düşünülmektedir. Ki biliyorum öyle düşünülüyor. O zaman şunu sorgulamak zorunda kalıyorum: Ha, siyasi erk eliyle sınırlanmış ha özgür bırakılmış olsun, bir izleyici sürekli olarak bildiği şeyleri izlerken ve harekete geçmek için sosyalleşme imkanı bulamazken ve her yeni çıkan programı izlemek üzere oyalanırken bilinçlenmesinin (!) ne yararı olacaktır? Bu izleyicinin muhafazakar kesim izleyişinden ne farkı vardır? Bilinen şeylerin tekrar edilmesiyle Allah’ın mucizeleriyle şaşkına uğramanın yerini bilinen aykırılıklarla aynı konuyu farklı şekillerde ele alan kurguların şaşırtıcılığı alınca ne değişiyor?
Bu sorular bir yanda dururken Ray Bardbury’nin “Fahrenheit 451”ine geçelim. Orada da yazar distopyasında sanatın yok oluşuna dikkat çeker. Kitabın, resmin, heykelin yok oluşuna ve yerlerini ucuz işlerin alışına vurgu yapar yazar. Duvarlarda yine devasa ekranlar vardır. Hiç kapanmayan. Ancak yazarın endişesi biraz abartılı olacak ki daha sonra biz “Fahrenheit 451”in sinemaya uyarlandığına şahit olduk. Üstelik de çizgi romana uyarlanan klasik romanların sanatı küçümsemek olduğunu söyleyen yazarın eseri çizgi romana da dönüşmüştür ki bazen televizyona yöneltilen eleştirilerin doğruluğundan şüphe duymama neden oluyor.


Ta ki Netflix izleyicisinin 7/24 televizyon, bilgisayar, tablet, telefon üzerinden bağımlı kılınışını çağrıştıran Black Mirror dizisinin “Fifteen Million Merits” adlı bölümünü gözümün önüne getirene kadar:

Dizinin birinci sezon ikinci bölümünde küçücük bir apartman dairesi görürüz. İçeride sadece üzerinde bir adamın uyuduğu bir yatak bulunmaktadır. Duvarlarsa ekrandır. Kişi uyanınca ekran da çalışmaya başlar. Hatta öncesinde ekranda çiftlik manzarası belirir ve ortaya çıkan bir horoz o kişiyi öterek uyandırır. Bölüm boyunca günlük yaşantının her anına eşlik eden ekranları ve uyduruk televizyon programlarını görürüz. Sonra filmde bir kız pornografik bir filmde oynamayı kabul eder. Bu film kaçışı olmayan ev duvarlarından yayınlanır. Değer verdiği bir genç kızın bu durumuna kayıtsız kalamayan genç adam ekranlara bakmamak için gözlerini kapatır. Bunu algılayan ekran yayını durdurarak gözlerini açması uyarısını bin defa yineler. Genç adam televizyon programına protestoya gider. Bu yayınların ne kadar iğrenç olduğunu anlatmak amacıyla canlı yayında kendi boynuna bir cam parçası dayar. Protestosunu eder. Sesini bütün dünyaya duyurur. Büyük beğeni alır. Sonunda da görürüz ki camı boynuna dayayarak birçok konuda protesto konuşmaları yaptığı bir televizyon programının sunucusu olmuştur. Artık konuşmaları aydınlatma işlevini yitirerek kendisi karşı çıktığı sistemin bir ürünü, tüketim nesnesine dönüşmüştür.

İşte özetle görüşüm o ki Netflix ve türevlerinin izleyicisi yavaş yavaş yeni bir tür yayıncılığın aptallaştırdığı izleyici kesimine dönüşmeye başlıyor. Üstelik de karşı çıktığı yayınlık anlayışının bir parçasına esir düşerek, bağımlısı olarak. Artık sansürün, sınırlamaların yoğun olmadığı bir yayıncılığa kavuşan belli bir kesim izleyici kitlesi farkına varmadan yanında taşıyor ekrandan oluşan duvarlarını.

Aptal Kutusu

Ekrandan kurtulamıyoruz. Sınırlama getirebiliriz belki ama kurtulamıyoruz. Öte yandan işlevsel de kullanabiliriz. Aptal kutusu televizyon sorununa aptal kutusu televizyon yayınıyla yanıt bulalım…


Sünger Bob Kare Pantolon çizgi filminin üçüncü sezon sekizinci bölümü belki de bu aptallaşmanın yanıtıdır. Yalnızlaşmak, ekrana bağlanmak, sosyalleşmek, hayal gücü, sınırsızlık, üretkenlik, tembellik, eleştirilen konunun tuzağına düşmek…

Aptal Kutusu” (Idiot Box) adını taşıyan bölümde Sünger Bob ve arkadaşı Patrick onları yargılayan ve aptal olarak niteleyen kindar bakışlar altında yol kenarında beklerken bir kargo kamyonu onlara irice bir kutu teslim eder. İçinden çıkan devasa televizyonu çöpe atan ikili karton kutunun içine girerek oyun oynamaya başlar. Kindar komşu gelir ve aptallar gibi kutunun içinde oynayanlardan televizyonu almak için izin ister. Kafadarlar karton kutuda oynamak için sipariş etmişlerdir o televizyonu o yüzden verirler hemen. Komşu mutludur ancak kumandayı unutmuştur. Geri döndüğünde kutudan gelen helikopter seslerini duyar. Çığ düşmesini, robot seslerini, savaş gürültülerini. Şaşkınlığa uğrar. Kutuyu açar bakar, ikili kutuda öylece oturmaktadır. Sesleri açıklar Sünger Bob ve kısaca “hayal gücü” der. Bölüm sonuna kadar sürer bu olay. Boş kutudan fantastik sesler gelirken televizyon zevk vermez komşuya. Sonunda komşu gece geç saatte gizlice kutuya girer ve arabada olduğunu hayal eder. O ne? Motor sesi duyulur. Hatta kutu hareket ediyor gibi titremeye başlar. Komşu kendisinin de hayal gücü olmasına sevinir. Ancak olayın aslı şudur, çöp kamyonu onu yüklenmiş şehir çöplüğüne götürmektedir. Hatta finalde komşuyu kutusuyla, hayal gücüyle, yalnızlığıyla çöpe döküverir.


Hiç yorum yok:

Linkler

Related Posts with Thumbnails