Can
Kirişcioğlu
---
İşte
karşısında Yaşayan En Hızlı İnsan, The Flash!
Tam ismiyle Barthomolew Henry “Barry” Allen, Central
City Polis Departmanı’nda bir olay yeri inceleme görevlisiyken bir kaza
sonucu yaşayan en hızlı adama dönüşür. Çoğu kişinin bildiği üzere The Flash
adını alıp sadece hızlı koşmakla kalmaz, The Speed Force adı verilen gücünün
kaynağına dokunduğunda moleküllerini katı objelerin içinde geçebilecek kadar
hızlı titreştirebilir. The New 52 olayı
sonrasında Francis Manapul ve Brian Buccellato ikilisinden oluşan yazar/çizer
ekibiyle birlikte The Flash de kendi aylık serisine kavuştu.
Öncelikle Manapul & Buccellato ikilisinin aldığı
en doğru karar eski Flash karakterlerini ve timeline’ını bir nevi yok saymak
olmuş. Wally West, Jay Garick, hatta Teen Titans kadrosunda olan Bart Allen’ın
bile bahsi geçmiyor seride. Belki eski okuyucular bu olaydan pek hoşlanmamış
olabilirler, ama The New 52 olayının amacı yeni okuyucular kazanmak olduğunu ve
The New-52 öncesi Flash tarihinin zaman yolculuklarıyla ve farklı Flash
karakterleriyle dolu olduğunu düşünürsek bence çok doğru bir hamle.
Pek çok New 52 serisi gibi karakterin orjin hikayesini
anlatmadan, ilk sayfalarından itibaren aksiyonun içinde başlıyoruz. Flash’in
bir Batman ya da Superman gibi çok bilinen bir karakter olmadığını düşünürsek,
belki bu bir eksik sayılabilir. Ama daha önce Barry Allen hakkında genel bir
şeyler biliyorsanız çok fazla sorun yaşayacağınızı sanmıyorum. Zaten Barry
de Speed Force ile neler yapabileceğini sayılar ilerledikçe daha iyi anlıyor ve
geleceği/ihtimalleri tahmin etmesiyle, koca bir ucağı titreştirip (?!) köprüden
geçirmesiyle “vay anasını” dedirtiyor.
Flash’in hem artwork, hem de hikayeler bakımından
diğer serilere göre biraz daha “light” veya çocuksu havası olmasını seviyorum.
Zaten hikayeler de öyle çok şaşırtacak, ya da “şimdi ne olacak?” diye
düşündürecek bir durum da yok. İlk sayılar, Barry’nin eski bir dostu Manuel ve
onun kopmuş organlarından kendi imkanlarıyla çoğalmış (!) kopyalarından oluşan
bir “Mob Rule” ile karşı karşıya gelmesini anlatıyor. Daha sonra ise en ünlü
Flash villianlarından Captain Cold geri dönüyor. Kitabın tüm kötü
karakterlerinin bunlar olduğunu düşündüğümüzde, çok da ilgi çekici bir durum
yok açıkcası.
Ama bir şey var ki bu seriyi benim için muhteşem
kılıyor: Artwork. Francis Manapul’un çizdiği ve Brian Buccellato’nun
renklendirdiği sayfalar resmen akıyor. Özellikle Barry’nin Flash’e
dönüştüğü, Flash’in her şeyi daha gerçekleşmeden önce görebildiğini
fark ettiği ve koca bir uçağı titreştirdiği sayfalar, bir de yanda
gördüğünüz 3. sayının kapağı beni benden aldı.
Sonuçta Flash’in ilk cildi öyküsü ve kötü adamları
açısından çok parlak değil. Ama çizgi romanda öyküye önem versem de çizimi
güzel olduğu sürece alıp okuyan biri olduğumdan olsa gerek, Flash’i yeni
serisini çok sevdim. Daha ikinci cildini okumadım, ama sonrasını fasikül olarak
çoktan aldım kenara koydum bile. Bakalım, okudukça güzelleşir belki.
Güzelleşmese bile, çizimleri yeter. Evet o kadar çok beğendim çizimleri.
Not: Sonunda bu güzel cilt de ailemizin çizgi romancısı Arkabahçe Yayıncılık tarafından
Türkçe’ye çevrilmiş bulunuyor! Web sitelerinden, ya da Büyük Beşiktaş Çarşısındaki
dükkanlarına uğrayarak alabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder