Yakın zamanda sanatçısı Devrim Kunter’in kendi çabasıyla
basılan ve okurla buluşan “Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceraları: Yeditepe
Canavarı” çizgi romanı yayıncılığımız için bir ibret vesikası, Türk çizgi romanı
açısındansa bir yüz akı olma özelliği taşıyor benim gözümde.
Hani derler ya “kırkından sonra azanı teneşir paklar”
diye işte o söz külliyen yalan yanlış bir sözdür. Çünkü Devrim Kunter yaklaşık
40 yaşlarında aniden dellenerek çizgi roman çizmeye karar veriyor, bununla da
yetinmeyerek son derece özel bir çalışmaya girişerek belki de hiç kimsenin aklına
gelmeyecek orijinallikte bir eser yaratıyor. Hem de bin bir araştırmaya
girişerek.
Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceraları: Yeditepe
Canavarı hikayesi Cumhuriyetin kuruluşunun hemen ardından gelişen bir takım
dedektiflik öyküleri zeminin üzerine kurgulanmış. Osmanlıdan kalan teşkilatlar,
gizemli ve mistik kurgusal örgütler, olağanüstü güçler ve silahlar peşinde
koşanlar, Anadolu’yu ve oradan da belki dünyayı teröre boğmak isteyenler hep bu
çizgi romanın alt yapısını besleyen sonsuz kaynakların parçaları olmuşlar.
Pardon, “Hepsi tek sayıda mı var?” diye siz sormadan ben
yanıt vereyim bencilce gülümseyerek “Hayır, ben hikayenin basılmamış yanlarını
da biliyorum ondan bu geniş açıklamalarım!”
Devrim Kunter Ömer Seyfettin’inden esinlenerek ortaya
çıkardığı Seyfettin efendi karakteriyle özellikle İstanbul içinde gerçekleşen
olayları ve gizemlerini çözmektedir. Ona bu görevde İfşa-yi Sırr Teşkilatı’ndaki dostları yardım etmektedir. Müzik
dinleyerek düşünen, sürekli araştırmalar yapan ve maddi olgular üzerinden
olayları değerlendirerek sonuca gitmeyi tercih eden Seyfettin Efendi biraz
Athur Conan Doyle yaratısı Sherlock Holmes’i andırmaktadır desek yanlış olmaz
herhalde. Hatta onun da önceli olan Edgar Allan Poe karakteri Auguste Dupin’e
de benzemektedir düşünüş tarzı. Bunula birlikte bilimsel görüşü ağır basan ve
hayal gücü biraz kısıtlı Doktor Watson tarzı bir yardımcısı da vardır ki bu
kalıp en son X-Factor dizisinde karşımıza Maulder olarak çıkmıştı. Burada bu
yardımcının adı Tabip Aziz’dir. Ancak geniş bir teşkilat söz konusu olduğundan ekip
bu ikisiyle sınırlı değildir: Bedensel yiğitlikleri yapmak üzere Pehlivan
İsmail, casuslukta yetenekleri James Bond düzeyinde olan Esat, teknik becerisi
ve çağdaşı kadınlardan daha iyi eğitim almışlığıyla hemcinslerine gerçek bir
Cumhuriyet kadını olarak örnek olarak gösterilebilecek Münevver ve icatları bu
grubun diğer önemli unsurlarıdır.
Belki bazıları bu organizasyonu ve
kahramanı Seyfettin Efendiyi başka karakterlere benzettiğim için
yadırgayacaklardır. Hatta belki de eseri okumadan yanlış bir yola sapıp “alıntılı”
olmakla suçlayacaklardır. Rica ediyorum oralara sapmayın! Bile bile yazdığım
benzetmelerin genel amacı sadece konunun daha iyi anlaşılmasına yöneliktir.
Bunun ötesinde takdir edersiniz ki bugün dünyanın hayli gerisinde kalmış macera-serüven
çizgi romancılığımız şemsiyesi altında ne yazsak, ne çizsek dönüp dolanıp
birilerinin bir şeylerine benzeyecektir. Bu bakımdan Türk çizgi romanı adına
çıkan eserleri okuyan okumayan herkesin oturup bir kez daha düşünmesinde yarar
olduğunu düşünüyorum. Neden bizim sanatçılarımıza ait az eser basılıyor ve
neden bu süreçte yayın evlerimiz hiçbir işe yaramıyor?
Seyfettin Efendiye dönersek... Yok,
Yeditepe Canavarı adıyla basılan hikayeye dair hiçbir şey anlatmak istemiyorum.
Kısa ve vurucu bir öykü var ortada ve ona dair ne yazarsam sürprizler
bozulabilir. Bunun yerine daha ince detaylara geçmek istiyorum ben.
Öncelikle çizim tekniğini yazmak
istiyorum. Devrim Kunter’in çizgileriyle internette tanışmamış olanlar için
açıklayacak olursak bu çizgiye fotoğraf tekniği diyebiliriz herhalde. Hani
zaten terminolojde bunun bir karşılığı varsa eminim birileri yazının altına
ekler ben de not olarak düşerim sonra yazıya ekleyerek. O saate kadar bu izimin
adı fotoğraf tekniği olsun. Bu tekniğe göre her karakter ve mekan adeta
fotoğraf gibi çalışılmıştır. Hatta sanki aslında fotoğraf varmış da, fotoroman
gibi her kare çekilmiş de çizer sadece renklendirme yapmış gibidir. Bu bakımdan
Haldun Sevel ustanın unutulmaz Ustura Kemal tarzıyla Comics ekolünün önemli
ismi Alex Ross’un fotoğraflara bakarak çizdiği portrelerinin tadında bir
çizgidir Devrim Kunter’in eserinde kullandığı. Bunun da ne kadar zor olduğunu
eminim herkes takdir eder. Her kare için onlarca araştırma yapan, kıyafetten
saç biçimine, aksesuardan fondaki mekanlara kadar her şeyi tarihe uygun olarak
kullanmak isteyen çizerin bir de her karakter için fotoğraf tekniğini
kullanması bence ancak alkışlanması gereken bir çabadır.
Her karakter için özel portre çalışması yapmasının yanı
sıra özellikle mekanları farklı perspektiflerden ele alması ve bunu mekanın günümüz
revizyonuyla değil de eski haliyle yapmaya gayret etmesi Seyfettin Efendi ve
Olağanüstü Maceraları’nı benim gözümde bambaşka bir yere oturtuyor.
Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceraları, Türk çizgi
romanı için geç kalınmış bir tarzın gecikmeli eseridir bence. Tıpkı bu
yakınlarda ortaya çıkan tek tük çağdaşları gibi. Trk çizgi romanı denince akla
sadece kendini tekrar etmekten başka bir şey yapmayan mizah çizgi romanının
geldiği bir dönemde bir kırılma noktasıdır Seyfettin Efendi. Beyoğlu’nun arka
sokakları, bunalımlı genç ve üniversiteli sanrıları, bugün kime versem kimi
yatağa atsam tarzı “mizahi” öykülerin kabak tadı vermeye başladığı bir zamanda
okurun ihtiyaç duyduğu nefes oldu adeta Seyfettin Efendi ve Olağanüstü
Maceraları. Hani bu söylediklerimden “mizah çizgi romanını kötülüyor” anlamı
çıkmasın amma “yeter gari aynı tas aynı hamam” eleştirisi olduğu gözden
kaçmasın.
Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceraları, en başta da
dediğim gibi sanatçı Devrim Kunter’in çabasıyla basılmış bir eserdir. Bununla
birlikte tarihe saplantılı bir şekilde “savaşlar” üzerinden bakmayı tercih
eden, yakın tarihi ise daha çok “dindar-laik” çatışması üzerinden
değerlendirmeyi becerebilen ortalama ve altı kültürdeki insanların beklentisini
tamamen göz ardı eden bir yapıt Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceraları. Hatta
tarihi bilgileri okulda öğrendiği; öğrendiyse anladıysa o da, görmek isteyen, bu
tarihi bakış açısı içinde kurgusal hiç bir şeyi kabul etmeyen, etse de belli
bazı çizgilerle ve öykülerle tahayyül eden zihniyetleri hepten yok sayan bir
eser olma özelliği de taşıyor Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceraları. Sanatın,
sanatçının, kurgunun ve insan yaratıcılığının sınırlarını ortalama ve ortalama
altı kültür sahiplerine inat cömertçe, bin bir emekle hazırlayan ve sergileyen
bir çizgi roman denirse hemen aklınıza Seyfettin Efendi ve Olağanüstü
Maceraları gelsin derim ben.
Ve Sherlock Holmes geliyor aklıma yine. İngiliz halkı
kendi kültüründen doğan dedektifi o kadar sevmiş ki, yazar Arthur Conan Doyle
kahramanını yazmaktan sıkılarak öldürünce sokaklarda gösteri yapmış, kollarda
siyah bantlarla gezmiş zamanında. Hatta bu iş o kadar büyümüş ki Kraliçe araya girmiş de yazarı ikna ederek halka
kahramanını geri vermiş, yazarı Sherlock Holmes’i adeta ölümden döndürerek tekrar
yazmaya ikna etmiş. Galiba da o zaman Arthur Conan Doyle “Sir” unvanını almış.
İşte ben kendi öz kimliğimiz noktasında bile anlaşamazken
ve didişirken biliyorum ki benimkisi abartılı bir temenni ama ben gelecekte sokaklarda
“Seyfettin Efendi öldü” diye gösteri yas tutan bir okur kitlesi, elinde Cumhurbaşkanlığı
Onur Madalyasıyla Devrim Kunter’i makamında ağırlayarak “merhamet, çizmeye
devam et lütfen” ricasında bulunan bir Cumhurbaşkanı hayal etmek istiyorum.
Seyfettin Efendi Resmi Sitesi - http://seyfettinefendi.blogspot.com/
Ümit Kireççi
umitlila@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder