30 Ekim 2013 Çarşamba

"Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceraları" Gecikmeli Bir Başyapıt

Yakın zamanda sanatçısı Devrim Kunter’in kendi çabasıyla basılan ve okurla buluşan “Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceraları: Yeditepe Canavarı” çizgi romanı yayıncılığımız için bir ibret vesikası, Türk çizgi romanı açısındansa bir yüz akı olma özelliği taşıyor benim gözümde. 

Hani derler ya “kırkından sonra azanı teneşir paklar” diye işte o söz külliyen yalan yanlış bir sözdür. Çünkü Devrim Kunter yaklaşık 40 yaşlarında aniden dellenerek çizgi roman çizmeye karar veriyor, bununla da yetinmeyerek son derece özel bir çalışmaya girişerek belki de hiç kimsenin aklına gelmeyecek orijinallikte bir eser yaratıyor. Hem de bin bir araştırmaya girişerek.

Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceraları: Yeditepe Canavarı hikayesi Cumhuriyetin kuruluşunun hemen ardından gelişen bir takım dedektiflik öyküleri zeminin üzerine kurgulanmış. Osmanlıdan kalan teşkilatlar, gizemli ve mistik kurgusal örgütler, olağanüstü güçler ve silahlar peşinde koşanlar, Anadolu’yu ve oradan da belki dünyayı teröre boğmak isteyenler hep bu çizgi romanın alt yapısını besleyen sonsuz kaynakların parçaları olmuşlar.

Pardon, “Hepsi tek sayıda mı var?” diye siz sormadan ben yanıt vereyim bencilce gülümseyerek “Hayır, ben hikayenin basılmamış yanlarını da biliyorum ondan bu geniş açıklamalarım!”

Devrim Kunter Ömer Seyfettin’inden esinlenerek ortaya çıkardığı Seyfettin efendi karakteriyle özellikle İstanbul içinde gerçekleşen olayları ve gizemlerini çözmektedir. Ona bu görevde İfşa-yi Sırr Teşkilatı’ndaki dostları yardım etmektedir. Müzik dinleyerek düşünen, sürekli araştırmalar yapan ve maddi olgular üzerinden olayları değerlendirerek sonuca gitmeyi tercih eden Seyfettin Efendi biraz Athur Conan Doyle yaratısı Sherlock Holmes’i andırmaktadır desek yanlış olmaz herhalde. Hatta onun da önceli olan Edgar Allan Poe karakteri Auguste Dupin’e de benzemektedir düşünüş tarzı. Bunula birlikte bilimsel görüşü ağır basan ve hayal gücü biraz kısıtlı Doktor Watson tarzı bir yardımcısı da vardır ki bu kalıp en son X-Factor dizisinde karşımıza Maulder olarak çıkmıştı. Burada bu yardımcının adı Tabip Aziz’dir. Ancak geniş bir teşkilat söz konusu olduğundan ekip bu ikisiyle sınırlı değildir: Bedensel yiğitlikleri yapmak üzere Pehlivan İsmail, casuslukta yetenekleri James Bond düzeyinde olan Esat, teknik becerisi ve çağdaşı kadınlardan daha iyi eğitim almışlığıyla hemcinslerine gerçek bir Cumhuriyet kadını olarak örnek olarak gösterilebilecek Münevver ve icatları bu grubun diğer önemli unsurlarıdır.

Belki bazıları bu organizasyonu ve kahramanı Seyfettin Efendiyi başka karakterlere benzettiğim için yadırgayacaklardır. Hatta belki de eseri okumadan yanlış bir yola sapıp “alıntılı” olmakla suçlayacaklardır. Rica ediyorum oralara sapmayın! Bile bile yazdığım benzetmelerin genel amacı sadece konunun daha iyi anlaşılmasına yöneliktir. Bunun ötesinde takdir edersiniz ki bugün dünyanın hayli gerisinde kalmış macera-serüven çizgi romancılığımız şemsiyesi altında ne yazsak, ne çizsek dönüp dolanıp birilerinin bir şeylerine benzeyecektir. Bu bakımdan Türk çizgi romanı adına çıkan eserleri okuyan okumayan herkesin oturup bir kez daha düşünmesinde yarar olduğunu düşünüyorum. Neden bizim sanatçılarımıza ait az eser basılıyor ve neden bu süreçte yayın evlerimiz hiçbir işe yaramıyor?

Seyfettin Efendiye dönersek... Yok, Yeditepe Canavarı adıyla basılan hikayeye dair hiçbir şey anlatmak istemiyorum. Kısa ve vurucu bir öykü var ortada ve ona dair ne yazarsam sürprizler bozulabilir. Bunun yerine daha ince detaylara geçmek istiyorum ben.

Öncelikle çizim tekniğini yazmak istiyorum. Devrim Kunter’in çizgileriyle internette tanışmamış olanlar için açıklayacak olursak bu çizgiye fotoğraf tekniği diyebiliriz herhalde. Hani zaten terminolojde bunun bir karşılığı varsa eminim birileri yazının altına ekler ben de not olarak düşerim sonra yazıya ekleyerek. O saate kadar bu izimin adı fotoğraf tekniği olsun. Bu tekniğe göre her karakter ve mekan adeta fotoğraf gibi çalışılmıştır. Hatta sanki aslında fotoğraf varmış da, fotoroman gibi her kare çekilmiş de çizer sadece renklendirme yapmış gibidir. Bu bakımdan Haldun Sevel ustanın unutulmaz Ustura Kemal tarzıyla Comics ekolünün önemli ismi Alex Ross’un fotoğraflara bakarak çizdiği portrelerinin tadında bir çizgidir Devrim Kunter’in eserinde kullandığı. Bunun da ne kadar zor olduğunu eminim herkes takdir eder. Her kare için onlarca araştırma yapan, kıyafetten saç biçimine, aksesuardan fondaki mekanlara kadar her şeyi tarihe uygun olarak kullanmak isteyen çizerin bir de her karakter için fotoğraf tekniğini kullanması bence ancak alkışlanması gereken bir çabadır.

Her karakter için özel portre çalışması yapmasının yanı sıra özellikle mekanları farklı perspektiflerden ele alması ve bunu mekanın günümüz revizyonuyla değil de eski haliyle yapmaya gayret etmesi Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceraları’nı benim gözümde bambaşka bir yere oturtuyor.

Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceraları, Türk çizgi romanı için geç kalınmış bir tarzın gecikmeli eseridir bence. Tıpkı bu yakınlarda ortaya çıkan tek tük çağdaşları gibi. Trk çizgi romanı denince akla sadece kendini tekrar etmekten başka bir şey yapmayan mizah çizgi romanının geldiği bir dönemde bir kırılma noktasıdır Seyfettin Efendi. Beyoğlu’nun arka sokakları, bunalımlı genç ve üniversiteli sanrıları, bugün kime versem kimi yatağa atsam tarzı “mizahi” öykülerin kabak tadı vermeye başladığı bir zamanda okurun ihtiyaç duyduğu nefes oldu adeta Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceraları. Hani bu söylediklerimden “mizah çizgi romanını kötülüyor” anlamı çıkmasın amma “yeter gari aynı tas aynı hamam” eleştirisi olduğu gözden kaçmasın.

Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceraları, en başta da dediğim gibi sanatçı Devrim Kunter’in çabasıyla basılmış bir eserdir. Bununla birlikte tarihe saplantılı bir şekilde “savaşlar” üzerinden bakmayı tercih eden, yakın tarihi ise daha çok “dindar-laik” çatışması üzerinden değerlendirmeyi becerebilen ortalama ve altı kültürdeki insanların beklentisini tamamen göz ardı eden bir yapıt Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceraları. Hatta tarihi bilgileri okulda öğrendiği; öğrendiyse anladıysa o da, görmek isteyen, bu tarihi bakış açısı içinde kurgusal hiç bir şeyi kabul etmeyen, etse de belli bazı çizgilerle ve öykülerle tahayyül eden zihniyetleri hepten yok sayan bir eser olma özelliği de taşıyor Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceraları. Sanatın, sanatçının, kurgunun ve insan yaratıcılığının sınırlarını ortalama ve ortalama altı kültür sahiplerine inat cömertçe, bin bir emekle hazırlayan ve sergileyen bir çizgi roman denirse hemen aklınıza Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceraları gelsin derim ben.

Ve Sherlock Holmes geliyor aklıma yine. İngiliz halkı kendi kültüründen doğan dedektifi o kadar sevmiş ki, yazar Arthur Conan Doyle kahramanını yazmaktan sıkılarak öldürünce sokaklarda gösteri yapmış, kollarda siyah bantlarla gezmiş zamanında. Hatta bu iş o kadar büyümüş ki Kraliçe  araya girmiş de yazarı ikna ederek halka kahramanını geri vermiş, yazarı Sherlock Holmes’i adeta ölümden döndürerek tekrar yazmaya ikna etmiş. Galiba da o zaman Arthur Conan Doyle “Sir” unvanını almış.

İşte ben kendi öz kimliğimiz noktasında bile anlaşamazken ve didişirken biliyorum ki benimkisi abartılı bir temenni ama ben gelecekte sokaklarda “Seyfettin Efendi öldü” diye gösteri yas tutan bir okur kitlesi, elinde Cumhurbaşkanlığı Onur Madalyasıyla Devrim Kunter’i makamında ağırlayarak “merhamet, çizmeye devam et lütfen” ricasında bulunan bir Cumhurbaşkanı hayal etmek istiyorum.

Seyfettin Efendi Resmi Sitesi - http://seyfettinefendi.blogspot.com/

Ümit Kireççi
umitlila@gmail.com

Hiç yorum yok:

Linkler

Related Posts with Thumbnails