Ölüler önce 60'larda dirilmiş, yazılı ve çizgili edebiyattan sinemaya her yanı basmışlardı. Dünyada yeni bir furya yaşanıyor, çağın dertlerine, görsel arzularına yakışır hikâyelerle zombiler türler arasında cirit atıyor. Arka arkaya yayımlanan çizgi romanlar ve çekimine başlanan bir zombi filmi, memlekete kan bulaştığının işareti. Bilenlere sorduk...
BAHAR ÇUHADAR (Arşivi)
İspanyol bir yazar ve bir grup Türk çizerin hazırladığı çizgi roman ‘İstanbul Zombie 2066’nın yaşayan ölülerinden biri de Zeki Müren. Emir Yardımcı’nın ilk çizimleri paylaştığı, İspanyolca ve Türkçe olarak iki dilde basılacak çizgi roman eylülde hazır...
Kişisel bir itirafla başlamak en güzeli; The Guardian’da Jane Austen’ın ‘Aşk ve Gurur’unun (Prideand Prejudice) zombi versiyonunun yayımlandığını okuduğumda, bir şeyleri yanlış anladığımı düşünmüştüm. Taşralı, zeki ve romantik genç kız Elizabeth Bennet, patlak gözler ve kan revan içinde mi? Ama hayır, her şey gayet açıktı. Bildiğimiz Jane Austen’ın, bildiğimiz ‘Aşk ve Gurur’u, Seth Grahame-Smith’in eklediği zombi detaylarıyla ‘Pride and Prejudice and Zombies’ olarak klonlanmıştı.
Kafayı şöyle bir uzattıktan sonra, olan biteni görmek zor olmadı. ‘Aşk ve Gurur’dan bir ay sonra bilim kurgu romanı ‘The War of the Worlds’un zombi versiyonu ‘The War of the Worlds Plus Blood Cuts and Zombies’ raflara kurulmuştu. Amazon’da ön siparişleri başlayan bir başka seriyse zombileri Noel gecesinin başköşesine oturtmuş. ‘It’s beginning to look a lot like zombies’ adlı seri, var olan bir dizi Noel öyküsünü zombilerle süslüyor. Seri ekimde piyasaya çıkıyor. Amerikan ve İngiliz edebiyatçıları zombileri türler arasında gezintiye çıkarmış, bu durum sayısız zombi filminin yaratıcısı Hollywood’u da heyecanlandırmış olacak ki gösterim sırası bekleyen bir dolu zombi filmi var. Romantik zombi filmi ‘Aşk ve Gurur’ da çekim aşamasında. Türkiye’de 27 Kasım’da gösterime girecek olan ‘Zombieland’ ise korkuyla komediyi harmanlıyor. Batıdaki taze zombi istilası memleket topraklarına nasıl tesir edecek o vakit? ‘Aşk-ı Memnu’yu zombi Bihter ve Behlül’le anlatacak birileri var mı bir köşede saklanan, şimdilik bilemeyiz... Manzara, yerli malı zombi üretiminde şimdilik başı çizgi romanların çekmekte olduğu yönünde.
İstanbul’un zombiler tarafından istila edildiği çizgi roman ‘Zombistan’, birkaç ay önce Cem Özüduru’nun elinden, Rodeo Yayınları’ndan çıkmıştı. Bir grup Türk çizer ve bir İspanyol yazarın ortak çalışması olan, içinden Zeki Müren gibi tanıdık simaların da geçtiği ‘İstanbul Zombie 2066’ eylülde yayımlanacak. Amerika’da beş sene önce yayımlanan zombi serisi ‘Yürüyen Ölüler’in Türkçe baskısıysa bu ay içinde Marmara Çizgi Yayınları logosuyla çıktı. Korku sitelerinin ve zombi fanatiklerinin heyecan dozunu artıran bir de film var gündemde; sinema yazarları Talip Ertürk ve Murat Emir Eren’in çekimlerine 24 Ağustos’ta Büyükada’da başlayacağı, ilk yerli zombi filmi ‘Ada’... İşin erbaplarına kendi zombilerini, türün yeniden hareketlenmesinin nedenlerini sorduk; 60’ların ilk zombileriyle 2000’lerin zombilerini karşılaştırmalarını istedik...
"Yaprak Dökümü’nü de zombiler üzerine yazabilirsiniz"
Marmara Çizgi Yayınları ortaklarından Emre Yavuz: ABD’de ‘The Walking Dead’ adıyla çıkan zombi hikâyesini ‘Yürüyen Ölüler’ olarak yayımladık. Konu tamamen hayatta kalma içgüdüleri üzerine. Kesinlikle bir korku hikâyesi değil, ki bunu Robert Kirkman, önsözünde fazlasıyla vurgulamış. Yine kendi ifadesiyle “En iyi zombi hikâyesi, hiç bitmeyen zombi hikâyesidir” demesi nedeniyle, serinin ne zaman biteceği konusunda hiçbir fikrim yok. Şu ana kadar altışar sayıdan oluşan 10 kitap çıkmış durumda. Biz ilk cildi bu ay yayımladık. İki aylık periyotlar halinde yayımlamaya devam edeceğiz.Zombi kavramı, yükselişe geçti gerçekten. Sebebi, herhangi bir konuya çok rahatlıkla uyarlanıp, en naif hikâyeye bile ‘gore’ bir hava katabilmesinden kaynaklanıyor olabilir. Ki bazen bu vahşet, komediye bile dönüşebiliyor. ‘Shaun of the Dead’ adlı film de bunun çok güzel örneklerinden biri. İstedikten sonra, ‘Yaprak Dökümü’nü de zombiler üzerine yazabilirsiniz, Fenerbahçe-Galatasaray derbisini de.Bu cevheri fark eden çizgi roman yayıncıları da başta Marvel Zombies olmak üzere birçok koldan bu konuya saldırdılar. Örümcek Adam, Wolverine, Fantastik Dörtlü, Kaptan Amerika, Iron Man gibi karakterlerin zombiye dönüşüp gezegenleri yiyerek beslenen Galactus’a saldırdıkları bir hikâye var. Bu kahramanlar, Galactus gibi bir karakteri iştahla yiyorlar. Bu da yine işin mizahi kısmı. Zombi filmleri ve zombi edebiyatı, 20’lerden beri var. 60’larda George Romero gibi adamlar sayesinde, ilk büyük yükselişini yaşıyor. Günümüzde ikinci yükseliş dönemi yaşanıyor demek çok da yanlış olmaz. Bunun sebebi de günümüz sinema ve edebiyatında, felaket ve hayatta kalma temasının sıkça işlenmesi.
‘Sözde değil, özde zombiler!’
Cem Özuduru, ‘Zombistan’ın çizeri: ‘Zombistan’da temel kaygım, İstanbul’u manzara ve semt fetişizmi üzerinden değil, ‘İstanbul insanları’ diyebileceğimiz, özel bir keşmekeş psikolojisi içindeki karakterler üzerinden tanımlamaktı. Çevrelerindeki tehditleri kavramakta geç ve yetersiz kalan, organize olmakta hayli naif ama bir yandan da kardeş gibi seveceğimiz insanlar bunlar. Kan davası için gelmiş olan ve zombileri ‘iblis’ diye tanımlayan Maho’nun algısındaki İstanbul ile mafyöz Karadenizli İdris’in algısındaki İstanbul farklı... Bu yüzden, hikâye tek bir İstanbul fikriyle sınırlanmıyor. Adem ve Leyla’nın ‘şehirlilik’ vurgusu, kitaptaki bir diyalogda zombileri ‘hurafe, ilkellik, köylü bakışı’ gibi aşağılayıcı yaklaşımlarla inkâr etmelerini sağlayacak kadar güçlü. Kitaptaki bazı karakterler, katil olmak ve çevreye zarar vermek için zombiye dönüşmeyi dahi beklemiyor. Yani zombilerin yokluğunda da korku ve şiddet dolu hayatlar yaşanıyor bu şehirde.Ben zombilere kendi ülkemin paranoyalarını, tedirginliklerini, zaaflarını yükledim. Kitabın şekillenmeye başladığı 2006’da, bahsettiğiniz türde özel bir zombi hareketlenmesi yoktu. Zombilere sadece görsel olarak yaklaşmayı doğru bulmuyorum. ‘Zombi’ ve ‘İstanbul’ sözcüklerini, kapsadıkları değerlerle birlikte kaynaştırmak fikri, kafamdaki öyküler için sağlam bir çatı oluşturuyordu. Türkiye’deki zombi merakının şekilcilikle sınırlı kalmamasını umarım. Romero’nun zombileri, çürümüş cesetlerden çok, dönüşüm geçirmiş insanlara benziyordu. Yıllar geçtikçe, sansürün zayıflaması ve gelişen makyaj teknikleri gibi etkenler sonucu, daha grafik, daha insanlıktan çıkmış, keskin hatlı varlıklara benzediler. ‘Zombistan’dakiler görsel olarak bu yeni zombi konseptine yakın sayılır, ama metaforik düzlemde Romero’nunkilere benziyorlar. Salt şiddet sahnelerinin estetiği uğruna zombi filmi yapanlar var ki, ben bu yaklaşımlara karşıyım. Kitabımı yeni zombi efsanelerinden farklı, eskilere ise yakın tutan özellik, altta yatan anlamları öne çıkarması. Yani, ‘sözde’ değil ‘özde’ zombiler çekiyor benim ilgimi.
‘Dünyadaki ikilemi en iyi anlatan model zombiler’
Emir Yardımcı, ‘İstanbul Zombie 2066’nın çizerlerinden: Eylül ayında tamamlanacak olan ‘İstanbul Zombie 2066’, İspanyol sanatçı Mery Cuesta’ya ait bir hikâye. Bana da çizmemi teklif etti. Quentin Tarantino filmlerini andıran sıradışı bir yapısı var. Benim ve Mery’nin dışında Cem Dinlenmiş, Ceren Oykut, Göksu Gül ve Tan Cemal Genç gibi çizerler de var. 2066 İstanbul’unda, mikroçiplerin bütün insanlara yerleştirilmiş, teknolojinin çok gelişmiş ve kritik düşüncenin tabu olduğu bir ortamdayız. İnternet yerine ‘Histernet’ adı altında yeni bir ağ oluşturulmuş ve tarih burada, ‘hikâye anlatıcısı’ adı verilen belirli insanlar tarafından kişisel bir şekilde yazılır hale gelmiş. İçinde Zeki Müren’in geçmesi hikâyenin gelişimiyle alakalı. Bir yerde karşımıza çıkıyor ve önemli bir etkisi oluyor. Çok eğlenceli olduğunu garanti edebilirim. Türkçe ve İspanyolca olmak üzere aynı anda iki dilde çıkacak. Tek balonda, alt alta üst üste şekilde yerleştirilecek. Zombilerin özünde insanlar var. Zombiler adeta günlük işlerin altında ezilen, ‘yaşayan ölü’ gibi olan insanlar için kullanılmış bir metafor. O yüzden gerçek anlamda popülaritesini hiçbir zaman kaybedecek gibi durmuyor. Savaşlar, açlık, krizler de zombilerin geri dönüşünü tetikliyor olabilir. Bir yandan açlığın ve krizlerin yaşandığı, bir yandan da tüketim çılgınlığına kapılmış olan insanların mevcut olduğu bir dünyadaki bu ikilemi daha iyi anlatacak bir model olduğunu sanmıyorum. 1960’lardaki zombilerle günümüz zombileri arasında temelde bir fark yok. Zombiler o zaman da ‘yaşayan ölüler’di, şimdi de öyleler. O zaman da korkutmayı amaçlıyorlardı, şimdi de. Farklar, genel olarak yaşamın her alanındaki farklara paralel olarak gelişti. 1960’lı yıllarda, o zamana göre korkunç gelen bir zombi filmi, günümüzde çok da etkili olamıyor. Bunun sebebi günümüzdeki zombilerin çok daha vahşi, daha kanlı ve daha abartılmış bir şekilde sunulması. Kitaplardan filmlere, müziklere ve yaşadığımız ilişkilere kadar birçok değişiklik geçirdik, geçirmeye de devam edeceğiz. Zombiler de bizimle birlikte değişecek; hızlı yaşamak, daha sert ve vahşi duygulara cevap vermek üzere evrim geçirecekler.
‘Zombiler zamana ayak uyduracak’
Zeynep Alpaslan, Radikal Kitap yazarı: Zombi filmleri üstadı Romero, “Cehennemde yer kalmazsa ölüler dünyaya yürür” demişti. Belki de asıl cehennem, bizim dünyamız. 60’lı yılların zombileri, Vietnam Savaşı’nın, banliyö yaşamının ve aşırı tüketimin biraz fazla bariz bir metaforuydu. Dünyayı, toplumu tehdit eden her şey zombilere yükleniyor. Tehditler değiştikçe zombilerin de değişmesi kaçınılmaz. Özellikle, insanların birbiriyle temas etmekten bile çekindiği şu günlerde. 60’ların zombileri aptaldı; özgür iradeleri olmayan, insan etine büyük iştah duyan, topluluk halinde ve çok yavaş hareket eden, zombi olduklarını bile bilmeyen komik yaratıklardı. Ancak ‘Resident Evil’ gibi oyunlarla birlikte, gitgide akıllanmaya ve hızlanmaya başladılar. ‘28 Gün Sonra’daki zombiler ise aslında ölüp de tekrar dirilen varlıklar değil, yaşarken ölümcül bir virüse yakalanmış insanlar. İnsan etinden çok, öldürmeye aç gibiler. Bir bakıma, Shelley’in ‘Frankenstein’ına dönüyoruz. Yaşayan ölü olmak, artık doğaüstü değil, bilimsel olarak açıklanabilir sebeplerle gerçekleşiyor. ‘I Am Legend’da Will Smith’in karakterinin savaştığı zombiler mesela, çok uyanıklar. Arada kalmış varlıklar insanlığa yaklaştıkça, daha da vahşileşiyorlar sanki. Virüsler, biyolojik silahlar, paranoya, homofobi, bilinçsiz tüketim, ırkçılık, kölelik, komünizm, kapitalizm... Film eleştirmeni David Edelstein’in bir lafı var; “Zombiler bomboştur, onlara istediğiniz her şeyi yansıtabilirsiniz” diyor. Dünya değiştikçe ve Romero zombi filmleri çekmeye devam ettikçe, zombiler de zamana ayak uyduracaklardır.
Yerli malı zombiler Büyükada’yı istila edecek...
Murat Emir Eren (solda) ve Talip Ertürk’ün ilk yerli malı zombi filmi ‘Ada’ için efekt ve makyajları Dükkan-ül Hayal hazırlıyor.
Murat Emir Eren (solda) ve Talip Ertürk’ün ilk yerli malı zombi filmi ‘Ada’ için efekt ve makyajları Dükkan-ül Hayal hazırlıyor.
FOTOĞRAF: MUHSİN AKGÜN
Kaynak ve röportajın devamı - Radikal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder