Kaynak - AGOS
...
Otlak’ın başlangıç
hikâyesini ve önünde uzanan yolu, derginin hem çizeri hem de çizgi editörü olan
Rewhat’la konuştuk.
TUĞBA ESEN ztugbaesen@gmail.com
VARTAN ESTUKYAN estukyan@gmail.com
Okuyucuda bağımlılık
yaratan popüler edebiyat dergisi Ot’un yan yayını Otlak, ‘maksat çizgili olsun’
sloganıyla yayın hayatına başladı. Ot yazarlarının öykülerini, çizerlerin
yarattığı görsel dünyayla birlikte sunan dergi, çizgi roman geleneğini de devam
ettiriyor. Şubat sonunda çıkarılması planlanan üçüncü sayının hazırlıkları
devam ederken, Otlak’ın ikinci sayısı hâlâraflarda. Teması ‘Kara Kış’ olan bu
sayıda Hakan Günday, Mahir Ünsal Eriş ve Nermin Yıldırım gibi yazarların
öyküleri, sırasıyla Emre Orhun, Rewhat ve Ali Çetinkaya’nın çizimleriyle
beraber yer alıyor. Okuyucuyu bundan sonra her sayıda yeni bir tema ve sürpriz
yazar-çizer işbirlikleri bekliyor. Otlak’ın başlangıç hikâyesini ve önünde
uzanan yolu, derginin hem çizeri hem de çizgi editörü olan Rewhat’la
konuştuk.
Otlak’ın ikinci sayısı Ocak ayından
itibaren bayilerde. Bize bu yeni dergiyi anlatır mısınız?
Otlak için ‘Ot Dergi’nin çizgili olanı’
düşüncesiyle yola çıktık. Ot yazarlarının öykülerini çizgi romana dönüştürmek
üzerine bir projeydi bu. Ancak zamanla derginin konsepti değişti; yazarlar yazı
vermekle yetinmedi, çizgi roman senaryoları da üretmeye başladı. Biz de
yazarlara uygun çizerler bulduk.
Ot’la Otlak arasında nasıl paralellikler
var?
Yazarların ortak olmasından kaynaklanan,
onların ürettiklerine dayanan paralellikler var. Yazarlarımız, Türkiye’de
belirli bir okuyucu kitlesi olan isimler. İnsanlar sevdikleri yazarların
öykülerini çizgi halinde görmek istiyorlar. Bu nedenle dergi beğeniliyor ve
satılıyor. Çizerler de projeye çok emek veriyorlar.
Türkiye’deki çizgi roman dünyası mizah
dergisi ekolleriyle şekillenmiştir. Burada Avrupa’daki gibi romantik çizgi
romanlar yoktur, politik çizgi romanlar ise çok azdır. Bu tür içerikler bir
dergide yayımlanmaz. Çizgi, Türkiye’de mizahla ilintilidir. Okur da buna
alışkındır, çizgiyi hep böyle okumuştur. Arada bir çizgi roman dergisi
denemeleri oldu ama bunlar birkaç sayı sonra, piyasada tutunabilmek amacıyla
mizaha kaydıkları için reel çizgi romanın Türkiye’de yaşama şansı olmadı.
Birlikte çalıştığımız yazarların öykülerinin ağırlığıyla, çizgi roman ayakta
durmaya başlıyor.
Dergi hangi periyodlarla çıkacak?
Şimdilik üç ayda bir ama bu süreyi iki aya
indirmeyi düşünüyoruz. Çizgi roman, prodüksiyon ağırlıklı bir iş. Önce öykü
yazardan alınıyor, eskizler hazırlanıyor, bu eskizler yazarlar tarafından da
kontrol edildikten sonra asıl çizim aşaması başlıyor. Uzun bir hazırlık aşaması
var.
Ot’un ardından, kısa süre içinde çok
sayıda benzer içerikli dergi çıkmaya başladı. Otlak’ın da bu anlamda öncü
olacağını düşünüyor musunuz?
Aslında Ot ve ondan sonra çıkan
muadillerinin, Otlak’la ilgisi yok. Otlak’ın farklı bir tarzı var. Ot hem
belirli bir dergi ekolünün üreticisi, hem de yeni projeler doğuracak
potansiyeli olan bir dergi. Otlak da o rüzgârın bir parçası.
Otlak’la birlikte, dergi içindeki
yazar-çizer birlikteliklerinin bireysel işlere dönüşeceğini düşünüyorum. Bu
işbirlikleriyle kitaplar yapılabilir. Son yıllarda çizgi roman piyasası düşüşe
geçti. O yüzden, birilerinin böyle dergiler çıkarması gerekiyor. Bu çaba tek
bir dergiyle sınırlı kalmamalı, kıyaslayabileceğiniz başka yayınlar da olmalı.
Şu anda Otlak kendi dünyasında yalnız bir dergi ama çok iyi değerlendirmeler
alıyor. Biraz da politik işler yapıyor, ötekilerin derdini de anlatmaya
çalışıyoruz.
Derginin taşrada daha çok ilgi görmesinin
nedeni ne?
İstanbul okurunun daha hızlı tüketen ve
duyguları çok çabuk değişen bir okur olduğunu düşünüyorum. Tıpkı şehrin kendisi
gibi... Kurtuluş Caddesi’nde yürürsün, çok sevdiğin bir börekçi vardır, sonra
zamanla orası tuhafiyeci olmuştur ve buna hiç şaşırmazsın. Ama taşrada bu
farklı, değişim daha zor oluyor. Sanırım orada yaşayan insan da öyle, bir dergi
alıyor ve bu onun için bir alışkanlık haline geliyor. Kısa bir süre önce,
Ankara Kitap Fuarı’ndaki standımıza okurların büyük bir sevgi, tutku ve
heyecanla geldiklerini gözlemledim. Bu oraya özgü bir duygu, “Biz burada yalnız
kaldık ama böyle hepimize seslenen insanlar var, bizim derdimizi anlatıyorlar”
diye düşünüyorlar. Ot biraz da bu yüzden diğer dergilerden daha çok okunuyor
bence. Muadillerinde çok İstanbul havası var, onlar da “Biz sokaktan geldik”
diyorlar ama sokak Beyoğlu’ndaki bir sokak, ötesi değil...
Ot, kısa süre içinde, okurların yazı
gönderdiği bir mecra haline geldi. Aynı durumu Otlak’ta da görecek miyiz?
Tabii, çok sayıda çizer portfolyosu
geliyor. Derginin sayfa sayısı şu an az olduğu için halihazırda işbirliği
içinde olduklarımızın dışında çizerlerle çalışmak biraz zaman alacak ama bu tür
imkânlara kapımız kesinlikle kapalı değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder