10 Haziran 2014 Salı

Gianfranco Manfredi "BÜYÜLÜ RÜZGAR" Röportajı

Ümit Kireççi - umitlila@gmail.com
Çeviri - Nükhet Polat
...
LAL Kitap'ın azmi sayesinde 131 sayılık hikayesinin tamamını okuyabildiğimiz BÜYÜLÜ RÜZGAR (Magico Vento) çizgi roman dizisinin yaratıcısı ve yazarı Gianfranco Manfredi ile gerçekleştirdiğimiz röportaj bir süre çizgi romanın iç sayfalarında bölümler halinde yayımlanmıştı.

Manfredi, bize her tür emperyalist düşünceye, kapitalizme, dini sömürüye alet edenlere, gelenek olarak sunulan yanlışlara, kadın, çocuk ve yaşlı istismarına, ayrımcılığa, faşizme karşı 
olan western kahramanını anlattı.

Herkese iyi okumalar dileriz:

ÇROP - Büyülü Rüzgar’ı sizin ağzınızdan dinlesek. Nereden esinlendiniz, hangi mesajları iletmek için onu yarattınız? Yoksa sadece bir fikir olarak ortaya çıktı da sonradan mı mesajını buldu?

60’lı ve 70’li yılların İtalyan spagetti-western’i Amerika’nın Kızılderililerine pek ilgi göstermiyordu. Benim de Amerikanın yerlileri arasında yaşayan beyaz bir karakteri yaratma fikri hoşuma gitmişti, üstelik kabile üyesi olmayan, şaman/savaşçı bir karakter. Bunun yanısıra western türüne, onu “horror”la harmanlayarak yeni bir yorumun getirilmesi gerektiğini düşünüyordum. Ancak bu yeniden yorumlama “splatter” aracılığıyla değil de, 70’li ve 80’li yıllarda filizlenen yeni sinema türü olan Kara Filmimin  temel bileşenleri olan kabus ve hezeyan öğelerinin eklenmesiyle yapılmalıydı diye düşünüyordum. Söz konusu türe Sclavi’nin yarattığı Dylan Dog’da çokça gönderme olsa da, hiçbir zaman western senaryolarıyla bir araya getirilmemişti (olsa olsa eski bir yapım olan Jodo’nun El Topo filminde[1] izlerine rastlanılabilir ve çizgi romanda da Jonah Hex karakterinde, fakat o da oldukça eskimişti denilebilirdi. İşte başlangıçtakı esin kaynağım da bu durumdu. İlk bölümleri yazdığım sırada sinemada Jarmusch’un yönettiği ve Johnny Depp’in rol aldığı “Dead Man” filmi vizyona girmişti. Film tamamen siyah beyaz çekilmişti (tıpkı Bonelli çizgi romanları gibi). Filmdeki karakterin pek çok yönü Ned ile örtüşüyordu ve bu da beni oldukça cesaretlendirdi: Bu koşutluk, benim “kara (noir) western”e ilişkin görüşümde yalnız olmadığımı kanıtlıyordu. Sonraki zaman sürecinde ise Büyülü Rüzgar değişime uğrayarak başka şeylerin yanısıra özellikle de Amerikan tarihinin uzun bir anlatısına dönüştü. Döneme ve ülkeye ilişkin okumalarım ve araştırmalarım arttıkça/derinleştikçe, anlatacağım veya esinlendiğim heyecan verici olgulara daha çok rastladım.

ÇROP - Poe’yu nasıl anlatırdınız bize? Onun medya ve şehir hayatındaki yozlaşmışlığa dair deneyimleri hayli fazla. Onu neler düşünerek koymuştunuz hikayeye?

Amerikan edebiyatının kökenlerine baktığımızda, damgasını vuran iki yazar karşımıza çıkar: Fenimore Cooper (Son Mohikan’ın yazarı) ve Edgar Allan Poe. Birbirinden bu denli farklı, hatta zıt denebilecek bu iki yazar tipini Ned ve Poe’yu (Edgar’ın tıpkısı) karşılaştırarak bir araya getirme fikri hoşuma gitmişti. Ancak benim Poe karakterim siyasi bir gazeteci olduğu için durum daha farklı bir boyut aldı: Ned bir kâhindir, Poe ise son derece realist bir adamdır ve geçmişte alkolik olması nedeniyle kâbuslardan korkmaya meyillidir ve olayların siyasi ve sosyolojik boyutlarıyla ilgilenmeyi tercih eder. Bu durum, aynı olayı iki farklı bakış açısıyla anlatmama olanak sağladı: Bir yandan sembolik ve duygusal boyut (Ned), diğer yandansa mantıklı ve rasyonel boyut (Poe).

ÇROP – Kızılderililerin doğayla iç içe geçen yaşamlarıyla uygarlığın yozlaşmış gelişmişliği karşı karşıya. Çok Rousseauvari bir “doğaya dönün” çağrısı var gibi geldi bana. Var mıydı?
Kesinlikle vardı. Ben felsefe tarihi bölümü mezunuyum ve bitirme tezim Rousseau üzerineydi.




[1] Jodo: Alejandro Jodorowsky, El Topo (1970): http://www.imdb.com/title/tt0067866/plotsummary


ÇROP - Western ve Şamanizm ve Büyü bunları harmanlamak ve gerçekçi bir düzlemde bir araya getirmek ve okura bunu inandırıcı olarak sunmak zor bir iş. Özel olarak Kızılderili mitolojisi üzerine çalışmalar yaptınız mı? Hangi bilgileri kullandınız? Bunlara siz bir şeyler eklediniz mi?

Lakotaların dinlerine ilişkin sahip olduğumuz tüm bilgileri içeren temel metinleri, yani James R. Walker tarafından 1896 ile 1914 arasında yazılmış yazılmış olan ve Lakota şamanlarına ait belgelerin derlendiği yazılar temel aldım. Bunların dışında, Amerikalı kızılderililerin mitolojisine ilişkin daha güncel araştırmaları da temel aldım. Ta ki kendime bu alanda özgürlükler de tanıyabileceğimi anlayana dek: Çünkü mitoloji (organize dinlerin tipik bir özelliği gibi) “kapalı bir sistem” olarak değil, tek tek kabilelerin içinde bile süregelen bitimsiz bir evrimleşme ve dönüşüm halindeki imgelemsel ve sembolik bir düşünce olarak algılanmalıdır.

ÇROP – Bir sayıda siz de değinmiştiniz: Kara Yön üzerinden Masonluk göndermeleri… Var mı, yok mu?

Masonluğun simgeleri Amerikan dolarların banknotlarına basılmıştır. Bu az ya da çok gizli örgütün etkisi, Amerikan siyasetinde ve çok sayıdaki ABD Başkanının biyografisinde yadsınamaz bir tarihsel gerçekliktir. Ve Vahşi Batı’nın sınır kentlerinde saloonların dışında inşa edilen ilk kamu binası, Mason kulübünün binası olmuştur. Okullar, kiliseler ve şerifin ofisi gibi binalar hep daha sonra inşa edildi.

ÇROP - Kapitalizm karşıtı, meta karşıtı söylem metnin her yanına yayılmış durumda. İşadamları, siyasiler, gazeteler, toprak sahipleri, çıkar için erdemsizlikler… Metni doğru mu okudum, bu mesajlar var mıydı hikayede? Varsa, bu mesaj geçmiş midir okuyuca?

Mesaj o kadar açıktı ki yerine ulaştı. Ve eminim ki okurlara da geçti.

ÇROP - Kadın, çocuk ve yaşlılar için hak arama, pozitif ayrımcılık, seslerini duyurma çabası gördüm hikayelerinizin çoğunda. Belki de toplumun bu gözden kaçan yanına en çok vurgu yapan karakter Büyülü Rüzgar. Bu vurguları biraz daha örnekleyerek açabilir misiniz bize?


Buna ilişkin en iyi örnek George Stevens’ın 1953 yapımı filmi Shane olabilir. Filmdeki yalnız silahşör figürünün kadınları, yaşlıları ve haksızlığa uğrayan kurbanları, kısacası silahsız olan ve kendilerini savunamayacak durumda olanları koruyan eski çağ şövalyesinin bir mirasçısı olduğu çok açık. Buna benzer şekilde Muhteşem Yedili (The Magnificent Seven) de, tıpkı Yedi Samuray gibi haydutlar tarafından yağmalanan bir köyü korur. Aynı şekilde Vahşi Belde’nin (The Wild Bunch) eski kanun dışı kahramanları sonunda Meksika rejiminin askerlerine karşı gerçekleşen intihar çatışmasında kendilerini kurban eder. Ezelden beri westernde de, Tex’de de kahraman halkın savunucusu olmuştur. İyi bir silahşör olmanın ve öldürmenin tek gerekçesi silahını halkı korumak adına ateşlemektir. ASLA halka karşı değil. Bu durum, kendi başına adalet uygulamaktan veya bugün Amerika’da (ve sadece orada değil) sıkça yaşandığı gibi, kurşunları insan yığınlarına saçarak kan gölü yaratmaktan çok daha farklı birşeydir. Günümüzde silahlar ticarete dönüşmüştür, aslolan olan onları satmaktır, ve silahların küresel ticaretinde onların kime karşı ateşlendikleri hiç önemli değildir, yeter ki ateşlensinler. Eski Batı’da silah taşıyan kişi sayısı azdı. Silahşörün, bugün tamamiyle yozlaşmış olan bir etiği vardı.


ÇROP - Hayat kadınları ve kadına uygulanan toplumsal ve cinsel baskı yine birçok şekilde karşımıza çıkıyor. Kadın kurban etme, içki karşılığı satılma, kadın kaçırma ve işkence etme, tanrıçalar üzerinden kadının asıl değerinin anlatılması çabası, kadın eşcinselliği, burnu kesilen kadın, erkeklere başkaldıran kadın ruhu… Kadın cinselliğinde özgürlükçü düşünce metninize Kızılderililerden mi girdi, yoksa siz mi daha ön plana çıkararak Kızılderililerden aldığınız bazı şeylerle mi karıştırdınız?

Kadınlar 19. yüzyılda toplumsal ve kültürel değişimin ilk başkahramanları oldular: Anne, eş, domestik köle ve hayat kadını rollerinden özgürleştiler. Oy verme hakkını ve çalışma hayatı aracılığıyla kendi yaşantılarının başkahramanları olma hakkını talep (ve elde) ettiler, evlenme veya evlenmeme kararını özgür bir seçim olarak talep ettiler ve iktidarda da etkin konumlar elde ettiler. Çizgi romanlarımda sıkça 19. yüzyılın sonunu anlatırım, yani Birleşik Krallığın başında Kraliçe Viktoria’nın olduğu, Çin’de Dul imparatoriçe Cixi’nin hüküm sürdüğü ve Etiyopya’da da İmparator II. Menelik’in eşi Taitù’nun yönetimde olduğu dönemi. O yüzyılda kadınlar verdikleri pek çok savaşın ardından iktidarda muazzam konumlar elde ettiler (iyi yönettiklerini söylemiyorum, ama elbette erkeklerden daha kötü değillerdi). Kadınların modern dünyadaki etkin rollerini anlayamayan modern dünyayı da anlayamaz ve tarih sahnesinden dışarı atılır.  
  
ÇROP - İktidar, hırs, büyü, ruhlar ve aşk… Shakespeare ve Büyülü Rüzgar… Birçok sayıda ya tiyatro oyunları oynanıyor büyük ustanın, ya kitabı okunuyor ya da atıfta bulunuluyor hatta göndermeler var sık sık. Bunun sebebini okuyucularınıza örneklerle açıklamak ister misiniz?

Shakespeare, Batı’nın en tanınmış ve oyunları en çok oynan tiyatro yazarıydı. Yani ona atıfta bulunmam rastlantısal değildir. Bunun dışında Berardi’nin kaleminden çıkan Ken Parker’da da sıkça Shakespeare’e atıfta bulunulur. 

ÇROP –Alıştığımız üzere kahramanların İtalyan çizgi romanında kahraman düşmanlarını öldürmez veya düşmanları kaybolsalar da ortaya çıkarak kahramanın başına defalarca bela açarlar. Ama Büyülü Rüzgar düşmanı olan kötü adamların hepsini öldürdü (Aiwass ve Hogan hariç) bunun sebebi neydi? Seriyi 132. sayıda bitirmeyi baştan mı belirlemiştiniz, yoksa tarz olarak bunu mu tercih etmiştiniz?

Benim görüşüme göre kahraman, kendisine diş bileyecek, kendi seviyesinde düşmanlarla karşı karşıya olmalıdır, yani düşman çok kurnaz, çok güçlü olmalıdır, o ufak çetelerden olmamalıdır. Kötü Adam, bana göre Büyük Adam olmalı, Kötülüğün Dahisi olmalıdır. Bu türden bir kötüye karşı savaşmak zor olmalı, ama sonunda kötü adam ölmek ZORUNDA. Ben hükümet tarafından dayatılan ölüm cezasına karşıyım. Karşı olmamın bir nedeni, genelde güçsüzlerin ölüme mahkum edilmesidir, oysa bir güçlüyü ortadan kaldırmak için öncelikle bir devrim gereklidir (ve genllikle kanlı bir devrimdir bu). Devrimde kolektif bir kahramanlık vardır, ama iki kişinin düellosunda da bir soyluluk vardır. Özellikle de iyi adam kişisel intikam dürtülerinden hareketle savaşmayıp da çatıştığı kötü adam toplumsal adaletsizliği, ötekini ezmeyi, zorbalığın gücünü temil ediyorsa. Biliyorum ki böylesi bir durum sadece sinemada, çizgi romanda ve edebiyatta gerçekleşiyor gerçekleşmesine fakat popülerleşmiştir. Çünkü hepimiz günün birinde ortaya çıkıp adaleti sağlayacak, sonra da ne ödül ne de nişan talep etmeksizin çekip gidecek ve ortadan kaybolacak bir kahramanı düşlüyoruz. Böyle bir şey gerçek hayatta ASLA gerçekleşmeyeceğinden, bütün toplumun birlik olup adaletsizliklere tepki göstermesi daha iyi olacaktır, ve bunu gerçekleşltirmek için de güçlenmeli ve özerk iktidara sahip olunmalıdır ki silahlara dahi gereksinim duyulmasın. Ama bu düşünce de insanlık tarihinde genellikle bir düş olarak, tıpkı kurmacanın yalnız kahramanları gibi gerçekdışı kalmıştır. Bu iki düş de evrensel bir ihtiyacı ve arzuyu belirginleştirir: Yarının dünyasının dünkü dünyaya göre daha iyi olacağı yönündeki ihtiyaç ve arzu. Bu düşler olmaksızın ve bu düşleri gerçekleştirmek için verilen mücadeleler ve yapılan fedakarlıklar olmaksızın insanlık tarihi, dahası biz bireylerin kişisel küçük tarihleri de anlamını yitirir.

ÇROP - Kurgu ara ara kesintiye uğruyor gibiydi hikayelerde. Konuk yazarların elinde Büyülü Rüzgarın kişiliği ve öyküleri de değişiyordu, içi boşalıyor, sıradanlaşıyordu sanki. Bunun sebebi sizin yazmamanız mıydı yoksa editoryal bir tercih mi?

Zamansal nedenlerden ve kimi zaman da (sinema veya edebiyat alanındaki) başka işlerimden ötürü tüm bölümleri yazamadım, fakat başkaları tarafından yazılan bölümler çok azdır (sadece beş veya altı). Başka senaristlerle ortak çalışmak hoşuma giderdi, fakat Sergio Bonelli (kanımca haklı olarak) Büyülü Rüzgar’ın bir yazar serisi olduğunu ve bu nedenle de sadece asıl yazarın diziyi sürdürebileceğini ve sürdürmek zorunda olduğunu düşünüyordu.

ÇROP – İtalya’daki okuyucunun ilgisi nasıldı, satışlar, okunma oranı? Büyülü Rüzgar neden 132 sayıda sona erdi? Okuyucunun tepkisi ne oldu? Bizim okuyucumuz şimdiden yasını tutmaya başladı mesela!

Büyülü Rüzgar güçlü bir çıkış yaptı ve uzun yıllar yüksek satış seviyelerinde kaldı. Sonraları ise bir yandan yeni western çizerleri bulmakta güçlük çekiyorduk (çünkü genelde daha yüksek ücretlerin ödendiği Tex’te çalışmayı yeğliyorlardı), diğer yandan da ben başka türden öyküler ve kahramanlar anlatmayı arzuluyordum. Dönüm noktası, diğer projelerime daha fazla zaman ayırmak için Bonelli’ye ayda bir sayı yerine iki ayda bir sayı çıkartıp çıkartamayacağımı sorduğum zaman gerçekleşti. Bonelli okurların mutsuz olacağını söyleyerek beni uyardı. Ve haklı da çıktı, her ne kadar yeni edisyonla 100. sayıdan sonra sayfa sayısını arttırmış olsak da, derginin aylık yerine iki aylık olarak çıkması, bir daha geri kazanamadığımız beş bin okurumuzu kaybetmemize neden oldu. Bu beş bin okur büyük bir fark teşkil ediyordu: pozitif bilançolu bir seriden eşit bilançolu bir seriye düşüş oldu. O sırada yeni serim Saklı Yüz (Volto Nascosto) yayımlanmaya başlamıştı ve Büyülü Rüzgar’dan daha fazla satış yapıyordu, neredeyse iki katı kadar. Sonunda bir karar vermem gerekiyordu: Hem Büyülü Rüzgar’ı hem de yanında başka çizgi romanları yazmaya devam edemiyordum: tek bir seriyi bile tek başına yazmak zaten yeterince zordu, iki tanesini düşünün artık. Evet, İtalya’daki Büyülü Rüzgar okurları da yas tutuyor. Ama bu, uzun yıllar süren bir çizgi roman sona erdiğinde sık sık olan birşeydir. Bu noktada nostalji açığa çıkar. Ancak şu soru sorulmalıdır: Büyülü Rüzgar devam etseydi neler olacaktı? Okurların sıkılmamış olacağından emin olabilir miyiz? Binlerce başka okuru yitirmemiş olacağımızdan emin olabilir miyiz? Geriye kalan okurların “Büyülü Rüzgar eskiden çok daha güzeldi” dememiş olacaklarından emin olabilir miyiz? Büyülü Rüzgar’ı, hala iyi bir çizgi romanken sonlandırmanın daha doğru olduğuna inanıyorum. Ve gerçekten de iyi bir çizgi romandı ki, sonlandırılmış olsa da her sene bir yurt dışı edisyonuyla yeniden başlıyor. Bu sene örneğin Finlandiya’da yayımlanmaya başladı. İtalya’da yazılmış bir western çizgi romanın Finlandiyalı okurlarla buluşacağını asla beklemezdim. Kim bilir… belki de yakın zamanda Büyülü Rüzgar’ın Amerikalı okurları bile olur.

ÇROP – Milazzo, Frisenda, Parlov, Ortiz, Talami, Barbati, Mastantuono ve diğerleri. Onları ayırmak kolay olmaz muhtemelen ama sizce Büyülü Rüzgar’ı en iyi yorumlayan ve çizen kim oldu?

Çizerler arasında sınıflandırma yapmak istemem çünkü hepsinin Büyülü Rüzgar’daki yorumu muazzam. Yine de, çok kez söylemiş olduğum gibi, kanımca karakteri en iyi yorumlayan Parlov,  western ile “gotik” atmosferin karışımını en iyi yorumlayansa Frisenda oldu. Hatta Sergio Bonelli’ye demiştim ki, Parlov ve Frisendo Büyülü Rüzgar’ı çizmeye bırakırlarsa seriyi sona erdiririm. Şaka yaptığımı düşünmüş olmalı. Sonra ise Parlov da, Frisenda da farklı nedenlerden seriden ayrıldılar. Onların seriden ayrılmaları ve daha önce açıkladığım diğer gerekçeler, aynı dönemde Darko Perovic gibi çok başarılı çizerlerin ortaya çıkmış olsa da, verdiğim sözü tutmaya itti beni. Neyse ki Perovic ile westernden farklı öyküler üzerinde de çalışabildim, yani: Saklı Yüz (Volto Nascosto) ve Shangai Devil.

ÇROP – Acaba Büyülü Rüzgar geri döner mi?

Hayır, en azından birkaç sene için dönmez. Yeni uzun soluklu bir seri yazıyorum, 19. Yüzyıl sonunda ekvatorun altında bulunan bir Afrika ülkesinde geçiyor hikaye. Bunun yanısıra 20’li yılların Coney Adası’nda geçen bir grafik novel bitirdim, bunda Barbati ve Ramella çalışıyor. Ayrıca, yılda en az bir kez Tex için bir öykü yazıyorum. Bunların dışında bir de profesyonel alanımla ilgilenmeliyim: çizgisiz edebiyat. Önümüzdeki yıl yeni romanım yayımlanacak, 1500’lerin sonunda geçen Robin Hood türü bir roman. Bunun dışında programımda bir roman daha var (aşk ve devrim üzerine bir hikaye). Sonuç olarak: Büyülü Rüzgar’a dönmeyi engelleyen çok fazla iş var.

ÇROP - Röportajı kabul ettiğiniz için teşekkür ederim.


Hiç yorum yok:

Linkler

Related Posts with Thumbnails