Burada yollarımız ayrılıyor. Daha önce gözlerimizdin. Kulaklarımız. Gerçek görüntüler ve seslerde olmadı asla aklın. Sanat yapmaya kalktın. Sesimizi çıkaramazdık. Sesimizdin de.
Kendi yansımalarımı şimdi tam olarak duyabiliyorum. Yazıyı da senin elinden aldım. Şimdi ben bütün gözlemlerimle yazınca ses ve renkler akıyor okumalardan. Bazen daha cafcaflı, kimi zamansa çok daha özgür; kafiyesiz, kifayetsiz, ama benzettiğim şeyler hiç olmazsa bana benziyor.
Dünya yolculuğumuzda hiçbir zaman istenmeyen yolcular olmadı. Gerekmeyenleri gerekliliklerle, istenmeyen soruları gerekçelerle kendi yollarına gönderdik. Şimdi senden uzaklaşırken, pişman olacak bir yere gitmemizi engelleyen kutup yıldızının daha da parladığını ve bu ışığa bizim de katkımız olduğunu gülümseyerek anlıyoruz.
Dünya yolculuğumuzda hiçbir zaman istenmeyen yolcular olmadı. Gerekmeyenleri gerekliliklerle, istenmeyen soruları gerekçelerle kendi yollarına gönderdik. Şimdi senden uzaklaşırken, pişman olacak bir yere gitmemizi engelleyen kutup yıldızının daha da parladığını ve bu ışığa bizim de katkımız olduğunu gülümseyerek anlıyoruz.
Kutup yıldızına bakınca unutuyoruz, son zamanlarda kör ve sağır olduğunu. Aynı daire etrafında sürekli dönerek, cümleler kurmadan noktalar koyduğunu.
Tanrı, yaşlandığını unuttuğunda tanrılaşır, ama sen kendini tanrı yerine koyduğunu hatırlamadan nasıl unutursun insanı?
Sonun Şiir'le geldi... Sadece izledi Şiir seni, pek bir şey yapamadı. O ki sözün Azrail'i ve İsrafil'i; bir zamanlar eteklerine yığdı simya ovalarını; hülyalı serapların şaraplarından tattırdın bize; cennet şarkılarıydı sanki gördüğü rüyalar ve yapayalnızdık gökkubbe altında. Ve sen evrenin şiiri yerine muktedirlerin beyhude esinlerini saldın ova, çayır, vadi ve bir ırmak gibi kuruttun, batmadın oysa bir güneş gibi unutulmanın ardında.
Tanrı, yaşlandığını unuttuğunda tanrılaşır, ama sen kendini tanrı yerine koyduğunu hatırlamadan nasıl unutursun insanı?
Sonun Şiir'le geldi... Sadece izledi Şiir seni, pek bir şey yapamadı. O ki sözün Azrail'i ve İsrafil'i; bir zamanlar eteklerine yığdı simya ovalarını; hülyalı serapların şaraplarından tattırdın bize; cennet şarkılarıydı sanki gördüğü rüyalar ve yapayalnızdık gökkubbe altında. Ve sen evrenin şiiri yerine muktedirlerin beyhude esinlerini saldın ova, çayır, vadi ve bir ırmak gibi kuruttun, batmadın oysa bir güneş gibi unutulmanın ardında.
Şimdi herkes, sana vedanın bir kafa karışıklığı yarattığını kabul edercesine hala her şeye edebiyat demeyi sürdürüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder