12 Ekim 2011 Çarşamba

TEKSAS-TOMMİKS ve KÜÇÜK OSMAN / Adnan ŞENEL

Adnan ŞENEL


“Öyle Bir Geçer ki Zaman” adlı, senaryosuyla dikkatleri çeken mâlum ve meşhur dizinin son bölümlerinden birinde, dizinin küçük kahramanı Osman, okul bahçesinde “aşık” olduğu kızın önünde yine mahcup ve madara oluyordu. Rakibi olan çocuk, geçmiş kızın karşısına, ballandıra ballandıra ve vecd halinde Zagor’un maceralarını anlatıyor; kız ağzı açık, bizim Osman da şapa oturmuş haldeZagor’u ve onun kadim dostu Çiko’nun düşmanları nasıl alt ettiklerini dinliyorlardı…
Bizim küçük Osman baktı olmuyor, o da Robinson Crusoe’dan, Ay’a Seyahat’ten, İki Sene Mektep Tatili’nden konuya giriyor ama hem sevdiği kız hem de rakibi tarafından alaya alınıyordu. Ardından fonda Osman’ın büyümüş halindeki sesi geliyordu: “Hayatım boyunca okudum; okumakla kalmadım yazdım da.. Ama hayatımın hiç anında okuması ve yazması Teksas-Tommiks sınırının üzerine çıkmamış insanların sahip olduğu özgüvene sahip olamadım. Bu yaman çelişki hayatımın her anına yapıştı.”


Çok tumturaklı bir cümle değil mi? Teksas-Tommiks okuyanları övüyor mu yoksa yeriyor mu, veyahut da her ikisini birden mi yapıyor anlamak namümkün… Hani bir yanda “okuması ve yazması Teksas-Tommiks sınırının üzerine çıkamamış insanlar” diyerek bir güzel çakıyor; öbür yandan bu insanların sahip olamadığı özgüvenden dem vurarak öpüyor!


İyi de, ben Teksas, Tommiks, Zagor, Kaptan Swing, Teks, Tom Braks, Kinova, Kızılmaskeserilerinin tamamını hatmetmiş; ve hatta bu “sınırların” üzerine de çıkıp yüzlerce roman okumuş olmama rağmen bu “özgüven” denilen şeye hiç sahip olamadım. Mesela, Çelik Bilek’in kırmızı urbalıları patakladığı bir macerasını okuduktan sonra, aldığım özgüven gazıyla, mahalledeki benden iriyarı ve kuvvetli olup da misketlerimizi gasp eden o dönemlerin mafyavari tiplerine hiç dayılanamadım. Ucunda bir de sopa yemek varsa neyleyim bana Tommiks’in verdiği özgüveni!


Onu da geçelim, ben çocukluğumda, yani o çizgi romanları yutup içtiğim dönemlerde Zagor’un ya daKaptan Swing’in maceralarına bayılan, “Hadi bana Teks’in son macerasını anlat n’olur” diye yalvaran bir tane bile kız görmedim ya hu… İlkin, Ayşegül’ün okulda, tatilde, sahilde, şurda burada ne yaptığından öte bilgi sahibi olamayan, sonrasında o meşhur Fotoroman furyasında pembe hayaller içinde kaybolan kızlara gidip “Bak Kızılmaske insanların alnına nasıl kurukafa işareti bırakıyor, , sana anlatayım mı?” diyecek olsanız, alacağınız ilk tepki, “Aaa, salağa bak!” olurdu. Ee, nasıl bir özgüvenmiş bu?


Dizinin -devrimci, aydın, çağdaş, entelektüel- senaristi diyelim ki Teksas-Tommiks sınırının üzerine çıkamayan insanlar demekle “lümpen”, “sığ”, “dar görüşlü” ya da “cahil” kişileri kastetti; eğer böyle ise, çok tutan ve izlenen bir dizinin senaristi olabilecek kapasiteye gelmeyi, çizgi roman okumamaya bağlamış olabilir. Ama dizinin o sahnesinde o çocuğa Çiko’nun tam ismini (Cico Felipe Cayetone Lopez y Martinez y Gonzales) söylettirdiğine göre ya geçmişte kendisi de Zagor okumuş, ya da dersine iyi çalışmış olmalı. Neticede “Baltalı İlah” Zagor Tenay’ın kültürüne bir şekilde bulaşmış.


Bizim zamanımızda (70’ler diyelim) çizgi roman kültürüne bulaşmamış bir çocuk düşünülemezdi veTeksas-Tommiks okumayan bir çocuğa “uzaydan gelmiş” muamelesi yapılırdı. Çünkü, her şeyden önce, bu kitapları okumak o vakitler yasaktı ve anne-babadan papara yemenin öncelikli ve ağırlıklı bahanelerindendi (Hoş, benim okuma-yazma bilmeyen “cahil” annem ve babam hiçbir zaman bana bu yasağı uygulamadılar; bilakis bu kitapları almam için para bile verirlerdi isteyince). Eh, yasak olan her zaman cazipti ve bu yasağa uyan bir çocuk şüphesiz ki uzaydan gelmişti bizim için…


O dönemin anne-babaları için bu kitaplar zararlı, tehlikeli ve boştu; üstelik çocukları derslerden alıkoyuyordu. İşte, anne-babaların ve onların güdümündeki ablaların “aptal” yerine konuldukları en bariz eylemler o dönemde ortaya çıkıyordu; çocuklar ders kitaplarının arasına Teksas-Tommiks’leri koyup ders çalışıyormuş görüntüsü altında Profesör Oklitus’a Konyakçı’ya, Gamlı Baykuş’a,Tonton’a gülüyorlardı kıs kıs…


Yine o vakitlerde çocuklar, yani bizler, Anadolu liseleriymiş, kolejlermiş, dershanelermiş, testlermiş, görmediğimiz, duymadığımız ve “yarış atı” gibi koşturulmadığımız için Karaoğlan’nın ata nasıl bindiğini, Tarkan’ın nasıl “atıl kurt” dediğini, Yüzbaşı Volkan’ın düşman hedefleri üzerine nasıl sorti yaptığını gayet iyi bilirdik ve belki de bizleri şimdiki çocuklardan daha mutlu ve şanslı yapan da buydu.


Bu kitapların yasak ve zararlı olmaktan çıkmasıyla çocuklar da bu şansı elde edebilir ve mutlu olabilirlerdi, lâkin bu kez de atari oyunları, gameboylar, bilgisayarlar, cep telefonları sökün edince o fırsatı kaçırdılar…


Evet, çizgi romanların zararlı olmadığı, aksine çocukları okumaya teşvik ettiği, okuma alışkanlığı kazandırdığı ve onların hayal ve yaratıcılık güçlerini geliştirdiği çok sonraları ortaya çıkıp bir de bunlar uzmanlarca itiraf edilince Teksas ve Tommiks’e iade-i itibar lâyık görüldü görülmesine ama ne var ki şimdi de gazete büfelerinde bunların fasikülleri ve ciltleri satılmaz, bulunmaz oldu. Artık bu çizgi kahramanların maceralarını çok daha hacimli ciltler halinde büyük kitapçılarda ve hatırı sayılır fiyatlarla bulabiliyorsunuz. Sinema önlerinde, elden düşme fasiküller ve ciltleri satın alma ya da değiş-tokuş yapma dönemi mazide kaldı anlayacağınız…



Çizgi roman hastalıktır, bu kesin. Onların tadı ve keyfi bir başkadır. Bir yanda çizgi (görüntü-resim) vardır, bir yanda diyaloglar ve ifadeler… İkisi bir araya gelince bütün tamamlanır ve serüven yolculuğuna çıkarsınız… Gamlı Baykuş’un “bit torbası” diyerek Puik’i tekmelediği görüntüyü başka bir çalışmada görmeniz mümkün mü? Çocukluğumda böyle bir hastalığa yakalandığım, o muhteşem virüsü kaptığım için kendimi hep şanslı ve mutlu addetmişimdir… Bu virüsü hiç almamış olanlar mı? Sanırım onların bağışıklık sistemleri pek içi açıcı değildir…


***


Bir tevafuk mudur bilmem ama “Öyle Bir Geçer ki Zaman” dizisinin o bölümü yayınlandığından bir kaç gün sonra Zagor ve Mister No gibi çizgi roman karakterlerine hayat veren İtalyan senarist ve yayıncı Sergio Boneli öldü. Çizer Gallieno Ferri ile birlikte Baltalı İlah’ı ve onun can dostu Çiko’yu bütün dünyaya tanıtan ve sevdiren Bonelli’ye bir teşekkür de biz edelim…


Son söz: Ben hâlâ elime geçtiğinde bu çizgi romanları yine aynı heyecan ve şevkle okuyorum. Sizin de elinizde varsa bunlardan, bir yer belirleyip orada değiş-tokuş edelim… Ne yapalım, ben hiç büyümedim ki…

Not - Bu yazıyı bize Hande Dilek Akçam aracılığıyla gönderen Adnan Şenel'e teşekkür ederiz.

Hiç yorum yok:

Linkler

Related Posts with Thumbnails