Berrin karakaş
Çizgi roman sanatçısı Kutlukhan Perker'in imzasını The New York Times, The Wall Street Journal, Heavy Metal, MAD, The Progressive, The New Yorker'da görebilirsiniz. 10 senedir Amerika'da yaşayan Perker'le kapatmak zorunda kaldıkları dergi Harakiri'den Usame bin Ladin'e, sohbetteyiz.
Ne kadar kalacaksınız Türkiye’de?
Belli değil henüz. Hızlı karar değiştiriyorum. New York’tayken bir sene Paris’te kalmıştık öyle şeyler yapmayı seviyorum. Buraya gelmemin başka sebepleri de var. Annemle babam ikisi bir arada hastaneye yattılar. Uzakta olunca insan daha çok etkileniyor öyle şeylerden. Bir de artık internet sayesinde her yerden işi gönderiyorsun. O rahatlıkla da gelebildim.
Oradan buraya gelince, buradan oraya gidince bir kültür çatışması yaşıyor musunuz?
Zaten kültür çatışmasıyla büyüdüğüm için… Çok muhafazakar bir aileden geliyorum. Muhafazakarlık da tuhaf bir şey, onun da kendi içinde çatışmaları var. Mesela anne tarafım çok daha farklı aile tarihi olarak. CHP’liler. Dedem Türkiye’nin ilk matbaacılarından. Babam da daha farklı bir muhafazakar. Aile içinde böyle bir çatışmayla büyüdüm. Baba tarafı başka, anne tarafı başka. Çok küçükken mizah dergilerinde çalışmaya başladım. Onlar da solcu dergiler. Daha çocukluğumdan itibaren politik hiçbir konuda babamla konuşmamam gerektiğini öğrendim.
Ailenizdeki muhafazakarlıkla şu anda memlekette yaşanılanı karşılaştırırsanız…
Harakiri’ye dair karar resmi gazetede yayımlanınca oradan buradan telefonlar gelmeye başladığında o gün Miraç Kandili’ymiş. Ben babamı, amcalarımı tek tek arıyorum kandillerini kutlamak için. Bir bilse Muzır Kurulu o kadar karışığız ki hepimiz. Uç noktalarda gezinen insanlar falan değiliz. Suçlanan şeylere baktığınızda da üzüldüğün şey o oluyor. Gerçekten o kadar saldırgan şeyler değil. Evlilik dışı ilişkiye, tembelliğe, maceraperestliğe yönlendirmek gibi şeylere atıyor insanın kafası.
Savcılıkta ifade vermeye gittiğinizde neler oldu?
Burada bir iş bölümü yaptık. Benim işlerimden biri suçlanmamıştı. İki arkadaşımız ve yazı işleri müdürümüz ifade vermeye gitti. Çok iyi bir savcıya denk gelmişler. Komik bir adammış. “Bir daha yapmayacaksınız di mi?” diye espiriler yapıyormuş. O da dalga geçiyor muhtemelen. Şimdi dava açılacak sanırız ve para cezasının ötesinde onun telaşını yaşıyoruz.
Ne demişler peki “bir daha yapmayacak mısınız di mi?” sorusuna?
Bu korkuyla “Yapmayacağız” demişlerdir. Ne olacak bilinmez ki. Bazen bunlar hapis cezasına kadar gidebiliyor…
İnsanlar bu kadar “korkak” olmasanız üzerine gitseniz, dergiyi çıkarmaya devam etseniz gibi tepkiler verebilirler.
Öyle şeyler söylüyorlar tabii ki. Orada da şöyle bir açıklamam var. Bir sayısını daha yapsak Muzır Kurulu kararına karşı bir dergi yapsak, Orhan Pamuk beğenmişti dergiyi, ondan da yazı istesek falan dedik ama o zaman da kurulun bu kararına karşı savunmaya geçiyoruz ve başlangıç noktamız böyle bir dergi yapmak gibi oluyor. Mesela Hustler için Larry Flynt’in verdiği mücadele çok anlaşılır bir şey. Mücadele verdi kazandı ama o öyle bir dergi yapmak istiyor. Biz öyle bir dergi yapmak istemiyoruz ve suçlamaları da zaten kabul etmiyoruz. Spor analojileri kötü oluyor ama açıklayıcı oluyor o yüzden metafor olarak kullanacağım. Sahaya top oynamak için çıkıyorsun. Sonra sana biri şişe atıyor. Sen şişeyi alıp geri attığında konu değişmiş oluyor. Bizim amacımız o değildi ki. İyi yazılar, iyi çizilen çizgi öykülerin, karikatürlerin olduğu bir dergi yapmak istiyorduk biz. Oto kontrolden söylemiyorum bunları. Gerçekten biz edebi tarafı ağır basan çizgi öykülerin olmasını istiyorduk. Daha underground bir dergi yapabilirdik, dünyada da burada da örnekleri var bunun ama bizim dergi çizgi olarak da öyle değildi. Sırf suçlandık diye neden bu konun bayraktarlığını üstlenelim ki…
Yaşadığımız dönemi McCarthy dönemi gibi değerlendirebilir miyiz?
Öyle değerlendirmek abartı ama bunun karşılığı dünyada vardır derken bunu da bir örnek olarak verebiliriz tabii ki. Böyle dönemler her yerde yaşandı Fransa’da çıkan Hara-Kiri dergisi De Gaulle yüzünden kapandı, başka bir isimle çıkmaya başladı. Her yerde oluyor ve toparlanıyor. Bizde de toparlanır. Bir de yanlış bir algı oluşuyor. Bizim dergi kapatılmadı maddi açıdan zor bir durumda kalabiliriz, yazara çizere para ödeyemeyebiliriz diye biz kapattık. Bir de kafayı takarlar mı diye de çekiniyor insanlar. Bir dahaki sayıya bakıp da bir şeyler bulabilirler. Bir şekilde tabii motivasyon da düşüyor.
‘Insomnia Cafe’…
Çizgi romanlarınızdan bir film yapılsa güzel olur diye düşünüyorum. Var mı böyle bir çalışma?
Yapılabilir tabii. Cairo (Kahire) için öyle bir şey yıllardır sürüyor. Benim başıma ilginç bir şey gelmişti. ‘Insomnia Cafe’diye bir albümüm var benim. Geçtiğimiz ekim ayı gibi bir yapım şirketi ‘Insomnia Cafe’yi film yapmak istediklerini söylediler. Sonra şöyle bir karara varmışlar. Bu hikayenin sonunu uluslararası bir terörizme bağlayabilir miyiz? Oysa ki hiç alakası yok. Hiç alakası yok. Matlock’taki insanlar da gülmüşler. Ben de güldüm tabii. Herhangi bir çizgi roman veya roman illaki kendisi olarak adapte olmuyor ama orijinaline sadık kalınacaksa çok isterim. Böyle şeyler olursa o zaman hiç istemem.
Diyelim Usame Bin Ladin’in öldürülmesiyle ilgili bir illüstrasyon çizeceksiniz. Ladin’in öldürülme şekli tartışıldı bayağı. Bu öldürülme şeklini eleştiren bir şey çizebilir misiniz?
Yayınlar arasında fark var. Mesela daha sol bir dergi Progressive’de öyle işler yapabiliyorum. İsrail’deki sorumluluklarla ilgili herhangi bir konuyu Filistinlilerin lehine anlaşılacak bir şekilde New York Times’da kullanılmaz ama Progressive’de kullanılır. Mesela öyle bir illüstrasyon yapmıştım ben. Filistinli çocuklar taşları fırlatıyorlar bir köşeden, diğer tarafta İsrailliler bu taşlarla binaları yapıyorlar. Bu mesela New York Times’ta yayımlanmaz. Böyle yaklaşım farkı var.
Bu yaşadığınız hadisenin illüstrasyonunu çizseydiniz nasıl bir şey çizerdiniz?
Basın yasaklarıyla ilgili bir sürü şey yapmıştım. Hatta New York Times’a yaptığım illüstrasyonlardan birini Gazeteciler Sendikası bu 1 Mayıs’ta tişörtlere bastı. Hapisteki gazetecilerle ilgili bir şeydi. (burada çizmeye başlıyor anlatacağına. Bir çift el, önünde daktilo ve daktilonun yazdığı, hapishanede duvara atılan çizikler…)
Sizin çizimlerinizi alıp New York Times’a götürmeniz de bir macera aslında. Böyle bakılınca insanları maceraperestliğe sürüklemek pek de kötü bir şey olmasa gerek…
Büyük bir mantık hatası var aslında. Kurulun kararında hem tembelliğe, hem maceraya sürüklemek var. bu ikisi bir arada çelişen bir şey.
‘Sin City’nin çizeri Frank Miller’ın bira arkadaşınız olduğunu yazmış Kanat Atkaya. Nasıl aranız?
‘Insomnia Cafe’nin editörü, onun da editörü ve Frank Miller olmadan hiçbir yere gitmez. Ne zaman New York’a gelse, orada olur. Frank Miller da benim gibi çok sigara içiyor. O yüzden samimi olduk. Barlarda sigara içilmiyor ya. Sigara içmek için gittiğimiz her barın dışına çıkan bir tek biz varız.
Çok hastalıklı bir tutum değil mi Amerika’daki sigara yasağının bu kadar abartılması?
Hastalıklı tabii. Mesela çok yakın bir arkadaşım çalıştığı yerde arkadaşları sigara içtiğini öğrenmesinler diye sigara içmiyor ve eve gelip ard arda sigara içiyor. O kadar iki yüzlü bir düşmanlık ki bu. Esrar içmeyen kimseyi tanımıyorum. Hiç birisi sigara içmiyor. Apartmana geldiğimde girer girmez esrar kokusu suratına vuruyor. Bütün apartman aynı anda sabaha kadar esrar içiyor ama sigara içmiyorlar, nefret ediyorlar.
İki yüzlülük her yerde. Televizyondaki dizilere baktığınızda mesela insanları nelere sürüklemiyor ki…
Geçenlerde Digitürk’te bir film yakaladım. Gece yarısı bir adam, Neonazi olduğu her halinden belli, 50-60 yaşlarında kel kafalı çok berbat bir evin berbat bir katında oturuyor. Belden yukarısı çıplak, gamalı haç dövmesi falan var. Sonra salona giriyor. Açı değiştiği zaman arka palında yatakta yirmi yaşlarında iki genç erkeğin birbirlerine sarılmış yatıyor olduğunu görüyoruz. Ne acayip bir film diye bakarken adam sigara paketinden alıyor ve sigarayı kapatıyorlar. Her alanda çıkıyor bu iki yüzlülük karşına.
“Ahlak” dediğimiz de zaten kime göre neyin ahlakı?
Herkeste röportajın başında bahsettiğim kandil kutlaması gibi detaylar var. Hepimizin içine sinmiş. Bizler de bu otokontrolle çalışıyoruz. Ama olması gerektiği kadarıyla var. İnsanlar bunu anlamayıp bir ahlak oluşturmaya çalıştıklarında problem orada çıkıyor. Evlilik dışı ilişkiye özendirmek dediğinde orada sıkıntı çıkıyor işte. Bir, yazar çizerin böyle bir planı olduğunu nereden biliyorsun. İki, öyleyse bile sana ne. Üç, bir kurgu hikayede özendirmek nedir zaten. O zaman sen hiçbir şey yapamazsın. Cinayet filmi yapamazsın, hırsız hikayesi yazamazsın. Galiba biraz cehaletten kaynaklanıyor. Muzır Kurulu’ndaki insanları cehaletle suçlamak gibi bir niyetle söylemiyorum. İnsan eğer meraklı değilse okumaya veya film izlemeye, tabii ki herhangi bir şey gördüğünde tedirgin olur.
Zaten sen bunları okuyarak, izleyerek tüketiyorsan, o kültürün bir parçası olmuşsan, o zaman böyle şeylerden tedirgin olmuyorsun. Hatta gülüp geçebiliyorsun. Bu yazar çizerlerin kimseye evlilik dışı ilişkiye özendirmek niyetinde olmadıklarını biliyorum. Bir tek niyetleri var, o da okumaya özendirmek. Bu niyeti niye kimse görmüyor. İşin üzücü tarafı bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder