Avrupa çıkışlı çizgiromanlar içinde en popülerlerinden biri olmasının yanı sıra; maceralarındaki inanılmaz gelecek öngörüleriyle, faşizmi çağrıştırdığı iddia edilen özellikleriyle, hatta kendi ülkesinin senatosunda bu konuda siyasi bir tartışmaya sebebiyet vermesiyle ve Tenten Kongo’da adlı macerasının yakın geçmişte İngiltere’de ırkçı bulunarak yasaklanmasıyla tanınan ve yaratıcısına ömrünü de aşan bir şöhret hediye eden Tenten’i eminim bilmeyeniniz yoktur.
Peki ya, Tenten’in bir zamanlar İstanbul’u ziyaret ettiğini duymuş muydunuz?
Evet, yanlış okumuyorsunuz. Ünlü çizgiroman kahramanı Tenten, 1960’lı yıllarda çizgiroman karelerinde İstanbul’u ziyaret etmişti, hem de iki kez...
İki ziyaretinde de korsandı Tenten. Yo, o bildiğiniz tek gözü kara bir bantla kapatılmış, takma tahta bacağı ve siyah, kurukafalı bilinen bayrağı ile bir korsandan bahsetmiyoruz. Tenten’in buradaki korsanlığı sadece korsan baskılı maceralardan ibaret. Yani, ortaya çıktığı ve yaratıcısının elinden hayat bulduğu yasal ve resmi maceralarından ayrı -ve izinsiz- olarak hazırlanmış maceralar bunlar. Korsanlığı işte buradan kaynaklanıyor.
ÖYKÜ ŞÖYLE:
Burhan Yayınlarından salı günleri yayınlanan haftalık bir mecmua olan Tenten, o döneme kadar yayınlanan orijinal maceralarının oluşturduğu ‘stok’ maceralar tükendiğinde iyi giden satışlarından dolayı sona erdirilmek istenmez. Varolan 23 macerasına ilave edilecek olan yeni Tenten maceraları Türkiye’de üretilmeye başlanır ve 17. Tenten cildi, bu ilk müstesna maceraya ayrılır (sadece bununla da yetinilmez ve birazdan aktaracağım diğerleri de seriye eklenir). Maalesef elimde yalnızca bu haftalık mecmuanın fasikül kapaklarının kopartılıp ciltlenmiş versiyonları mevcut olduğundan kesin baskı tarihi giremiyorum. Ayrıca bu ‘korsan’ Tentenleri kimin çizdiği de hâlâ bir sır. Ancak seneler önce Yapı Kredi Yayınları Tenten maceralarını Türkiye’deki en kaliteli baskısıyla yeniden hayranlarına sunarken, bu vesileyle benimle ropörtaj yapan Sayın Ragıp Duran’a da belirttiğim gibi, dönemin bu tarz çizimlerinden bazılarına imza atan karikatürist Erdoğan Bozok’un ismi rivayet şeklinde bu Tentenlerle birlikte anılagelmekte.
Gelelim Tenten İstanbul’da macerasına. Serinin tamamı gibi oldukça naif ve acemice, çalakalem hazırlanan bu macerada (zira o yıllarda film masraflarını azaltmak isteyen yayıncılar bir çizer tutarak ışık geçirgen aydınger kağıdına orijinal çizimlerin üzerinden kopya ettirir ve baskıda bunları kullanırlardı), hemen tüm Tenten karakterleri rol almıştır. Ve sanki kaçınılmaz Tenten öngörüleri bunda da devreye girmiş ve konu, ezeli -ayrıca hasmane- komşumuz Yunanistan’a da uzanmıştır. Her iki ülkede de Kaptan Hadok’un sıkı dostları vardır. Türkiye’den Badi Nuri, Yunanistan’da ise Palavradis...
İlginç bir anekdot da Tenten’in beyaz Fox-Terrier cinsi köpeğiyle ilgili: Almanya’da yayınlanırken ‘Struppi’ adını alan Tenten’in sevimli köpeği Milou, ülkemizde ilk önceleri ‘Boncuk’ ismiyle anılırken, sonraları da ‘Fındık’ adıyla özdeşleşmiştir.
Tenten İstanbul’da’nın senaryosuna göre Kaptan Hadok’a eski arkadaşı ‘Denizler Kurdu’ Kaptan Badi Nuri’den bir gemi miras kalır. İstanbul’dan, bekçi Çatana Hayri’den bir davet mektubu alan Kaptan, Tenten’le birlikte mirasını almaya İstanbul’a gelir. ‘Yol Verin Aslana’ isimli gemi Haliç’de demirlidir. Paspal görünüşlü ve iyice dökülen hurda bir şilep olan bu geminin miras bırakılması Tenten’i işkillendirir. Ardında yatan sırrı araştırmaya gemiden başlarlar. Gemiyle birlikte miras kalan bir papağan onları Badi Nuri’nin eski kamarasında karşılayacaktır. Papağan sürekli, "Abidik, gubidik! Öztürk, Yeşşeee!" çığlıkları atmaktadır. Hatırlanacağı gibi bu ifadeler Yeşilçam’ın unutulmaz komedyen aktörü Öztürk Serengil’in bir nevi sesli kartvizitidir.
Tenten İstanbul’da’nın senaryosuna göre Kaptan Hadok’a eski arkadaşı ‘Denizler Kurdu’ Kaptan Badi Nuri’den bir gemi miras kalır. İstanbul’dan, bekçi Çatana Hayri’den bir davet mektubu alan Kaptan, Tenten’le birlikte mirasını almaya İstanbul’a gelir. ‘Yol Verin Aslana’ isimli gemi Haliç’de demirlidir. Paspal görünüşlü ve iyice dökülen hurda bir şilep olan bu geminin miras bırakılması Tenten’i işkillendirir. Ardında yatan sırrı araştırmaya gemiden başlarlar. Gemiyle birlikte miras kalan bir papağan onları Badi Nuri’nin eski kamarasında karşılayacaktır. Papağan sürekli, "Abidik, gubidik! Öztürk, Yeşşeee!" çığlıkları atmaktadır. Hatırlanacağı gibi bu ifadeler Yeşilçam’ın unutulmaz komedyen aktörü Öztürk Serengil’in bir nevi sesli kartvizitidir.
‘Korsan’ Tenten serüveni yaratmaya soyunan ‘girişimci’ yayıncımız bu kez de Tenten’i ülkemize iyice maledebilmek için müthiş adaptasyonlara girişmiştir. Karabela Export-Import isimli denizcilik şirketinin sahibi olan Anton Karabela, ‘Dünyanın her yerinde kolu vardır’ yazılı bir kartvizitle hurda gemiye alıcı olur. Bu noktadan sonra da her yerde Kaptan ile Tenten’in karşısına çıkar. Amacı Badi Nuri’nin sakladığı gizli bir hazineyi ele geçirmektir. Karabela işi Tenten’i kaçırmaya kadar vardırır, onu zindana atıp sorgular. İkiz polis dedektifleri Dupont ve Dupond’un mizah yüklü ara katkılarıyla, kaçma kovalamacalarla, Pire’den Ege Denizine uzanan serüven, Tenten’in sünger avcılarının kullandığı bir dalgıç kıyafetiyle yaptığı bir deniz dibi taramasına dek açılım yakalar.
Tenten İstanbul’da’nın en ilgi çekici özelliklerinden birisi de kullanılan adaptasyon Türkçesi ve bunu sağlama yolunda başvurulan yerel deyimlerdir. Örneğin bunlardan en belirgini Tenten’in bir ara, "Kayseri sucuğu gibi bağlanmaktan," bahsetmesidir. Bu ilginç listeye uzatmak mümkün:
- Boncuk, "Tenten’i kaçırdılar! Yetişin, ey ümmeti Muhammed," diye -bilindiği gibi sadece okuyucunun duyabileceği- çığlıklar atar.
- Tenten, "Yiğitliğin onda dokuzu kaçmak, biri ise hiç görünmemektir," der.
- Boncuk, ilerleyen sayfalarda miras kalan gemideki geveze papağanı taklit ederek, "Yeşşe, lahmacun gibi laf ettim," gibi ifadeler sarfeder.
- Kaptan içmek için "Kavaklıdere Şarabı" sorar ve "Gemilerde talim var" şarkısını mırıldanır.
- Tenten, Kaptan Hadok’a, "Sen anlayana kadar Üsküdar’da sabah oldu," der. Hatta bir süre sonra papağanın -ve Boncuk’un- diline doladığı Serengil patentli malum "Yeşşe" nidasını kullanarak, "Yeşşe, Kaptanı Derya Paşa," şeklinde ifadelerle sevincini gösterir.
Macera Pire’den sonra ilginç bir yaklaşımla iyice sürreal kıvama bürünür. İlkin bir anlatım karesinde, "... elbette yazarla ressam birşeyler uyduracak," diyerek konuya bir çıkış arandığı seslendirilir. Derken kahramanlarımız gemiyle denizin ortasındayken birdenbire Turnusol çıkagelir. Bu kez de o, "Ressamla yazara rica ettim de beni hemen bu maceraya ittirdiler," der. Kaptan ise, "O yazarla ressam bizi doğduğumuza pişman ettiler bu macerada," gibisinden hafif yollu bir sitem yollar. Bu türden ifadelerden, ‘korsan’ çizere ilaveten bir de ‘korsan’ Tenten yazarımızın olduğu çıkarsamasını yapabiliriz sanırım.
En can alıcı ifadelerden birisi de Kaptan’ın, "Fesuphanallah"ıdır.
Sonunda Badi Nuri’nin bıraktığı define haritası bulunur. "Adımı bilen adamı da bilir," notu onlara bir hazinenin varlığını yeniden hatırlatır. Ege’ye açılırlar. Bir adanın yakınına demir atarlar. Fakat bu adanın -garip bir şekilde- tropikal ağaç ve bitkilerle dolu olduğunu(!) belirtmekte fayda var. Sanırım çizerin yakınındaki Tenten dökümanları sadece bunlardan ibaretti!.. Turnusol’un altının yerini tespit eden sarkacı devreye girecek ve hazine olarak geminin kendisini gösterecektir. Sonuçta sırada Tenten’le Turnusol’un zafer ve sevinç dansı vardır: "Abidik, gubidik! Tvist, tvist."
En nihayetindeyse Kaptan, "Sizi Marmara Canavarı isimli maceraya bekliyorum," diyerek bir sonraki ‘korsan’ Tenten macerasına okuru davet eder.
MARMARA CANAVARI
Maceraya okuyuculara hitap eden Tenten imzalı bir mektupla girizgâh yapılır:
"Sevgili Tenten okuyucuları; Bu yazı Kaptan ile ben İstanbul’da geçirme kararı verdik. Geçen gelişimizde güzel İstanbul’a bir türlü doyamamıştık. Kaptan, Kınalıada’ya yerleşmeyi ve bütün yazı balıkçılıkla, yüzmekle geçirmemizi istedi. Ben de onun bu teklifini sevinerek kabul ettim. Şimdi Kaptan, harıl harıl tekne ve oltalarla meşguldür. Dünyanın cenneti İstanbul’da sakin bir yaz geçirmek istiyoruz. Bakalım neler olacak?"
Konu Kınalıada panoramasıyla başlar, Kaptan ve Tenten buraya yerleşmiştir. Yetenekli bir balıkçı olduğundan dem vuran Kaptan coşkulu, Tenten ise kuşkuludur. Çünkü Tenten gazeteden avlanacakları Marmara’da bir canavar katilin türediğini okumuştur. Ancak Kaptan oldukça rahattır. Zira Türk polisinin işini bildiğinden emindir. Üstelik bu canavar bir de kendisine denk gelirse iyice pişman olacaktır. Bunula birlikte ikiz polislerin sürpriz İstanbul seyahatleri de sözkonusudur. Ve Kaptan’a göre belki de adı geçen canavarı onlar yakalayacaktır. Ancak canavarın ortalıkta olması Tenten’i rahatsız etmekte ve Kaptan’ın yalnız başına balık avlamaya gitmesine çeşitli numaralarla engel olmaktadır...
Kavaklıdere Şarabı yerine bu kez rakı içmeyi tercih eden Kaptan’ı sonunda rahat bırakmaya karar veren Tenten, İstanbul’a inip Cağaloğlu’ndaki gazeteci meslektaşlarından canavar hakkında malumat toplamaya karar verir. Öğrendiğine göre zanlı, Kazım adında Surdışı’nda oturan eski bir suçludur ve polis onun peşindedir. İkizlerle karşılaşan Tenten, onların iddia ettikleri gibi Marmara Canavarını bulduklarına inanmaz. Israrcı İkizler onu Galata Köprüsünün yakınındaki bir deniz müzesine götürüp buradaki bir tekneyi gösterir. (Meraklısına not: Gerçekten de o yıllarda Marmara Denizinde yakalanmış kocaman bir köpekbalığı böyle bir teknenin içinde, görmek isteyenlere 25 kuruşa gösterilmiş. Maceraya adını veren de -kendisiyle konunun hiç alakası olmamasına rağmen- bu dev ölü köpekbalığıdır zaten). Ancak Tenten insanları öldürüp duran gerçek katilin peşine düşmüştür bir kere. İkizleri bırakıp olayın gizemini kendisi çözmeye çalışan Tenten yeniden yola koyulur. Aksaray’dan Topkapı’ya, Bakırköy’den Yeşilköy’e dek uzanan bir İstanbul koşturmacasında Tenten başroldedir.
Aslında Marmara Canavarı olayı üç yıl önceki bir hesaplaşmada Tenten’in elinden kaçan Henri adındaki bir uyuşturucu kaçakçısının başının altından çıkmaktadır. Kazım isimli garibanı esir olarak tutan Henri’nin çetesi her gün birini öldürüp denize atmaktadır. Emniyetin dikkati deniz ve kıyılardayken de karayoluyla uyuşturucuları rahat rahat kaçırmayı planlamaktadırlar. Onların hesaplarını altüst edense Tenten olur. Son partiyi de kaçırıp suçu başlangıçyan beri üzerine attıkları Kazım’ı da bir intihar mektubuyla denize atacaklarken Kaptan’ın da yardımıyla çeteyi engeller. Gerisi polisin görevidir.
Bu macerada Türk deyimleri ve ifadeleri bir önceki kadar yoğun değildir:
- İkizler önceleri, "Çaylaklara bakınız, top tüfek atınız," diye laflarken sonraları, "Kendi düşen ağlamaz," gibi daha bilinen deyimleri kullanırlar.
- Bir ara da Kaptan suçlu zannettiği Kazım’a, "Yüzünü şeytan görsün," diye çıkışır.
Tenten’in İstanbul maceraları bununla sınırlı kalmaz. Ancak gezilerin çizgiroman versiyonu Marmara Canavarı ile sona ermiştir. Fransa ve Belçika’da tam manasıyla bir fenomen olan Tenten’le ilgili şimdiye değin yüzlerce makale ve düzinelerce araştırma kitabı yayınlanmıştır. Bu araştırma kitaplarına bu sevimli ve maceracı gazeteci kahramanın albümlerinin yayınlandığı ülkeler de konu edilmiştir. Eh, hâl böyle olunca dikkatlerin ülkemizdeki bu ‘korsan’ Tentenlere çekilmesi gayet normal. Yaratıcısı Hergé’in haberi ve izni olmaksızın hazırlanmış olan Türk yapımı bu Tenten çizgiromanlarının namı, Belçika ve Fransa’daki hayranları arasında epey yayılmıştı. Tenten fenomeninin özel tesadüflerinden birisi de bu noktada devreye girmiştir. Çünkü milli kahramanları konumundaki kahramanın ilk sinema macerasına fon olarak İstanbul seçilmiştir.
Fransız yapımı ‘Tintin et le Mystére de la Toison d’or’ veya bilinen İngilizce ismiyle ‘Tintin and the Mystery of the Golden Fleece’, 1962 yılında gösterime girdi. Jean-Jacques Vierne’nin yönettiği filmde Tenten, sert karakterli bir deniz kaptanıyla dostluk eden genç bir çocuktur. Kaptana bir tekne miras kaldığında, Tenten’i ve köpeğini tekneyi almaları için Türkiye’ye getirir. Tekne çok iyi durumda değildir, ancak bu arada ikiliyi ve köpeği öldürmeye yönelik çabalar şüphe uyandırıcıdır. Biraz daha araştırdıklarında teknenin kayıp bir hazineye giden anahtarı sakladığını öğrenirler. Karakterler elbetteki maceracı gencin konu edildiği popüler Belçika çizgiromanından alınmıştır. Jean-Pierre Talbot’un oynadığı Tenten’in yanı sıra bu filmde Kaptan Haddock’u Georges Wilson, Nestor’u Max Elloy, Angorapoulos’u (ismi başkent Ankara’yı çağrıştırıyor) Marcel Bozzuffi, Scoubidouvitch’i Dimos Starenios canlandırmış, Peder Midas adlı karakteri ise dönemin Türkiye ve İzmir aşığı Fransız asıllı ünlü şarkıcısı Dario Moreno oynamıştır. Filmin Remo Forlani’nin elinden çıkmış olan senaryosu da düz kurgusuna rağmen iyi işlenmiştir.
Bu bilgiler ışığında ‘korsan’ maceralara dönersek; sanırım ‘Tenten’ filmini seyreden dönemin Burhan Yayınları yetkilileri bundan etkilenip bu çizgiromanları mı hazırlamış görünmekte, ama gerçek bilinmez. Eldeki muğlak verilere bakılırsa her ikisi de mümkün görünüyor. Sonuçta Tenten bu filmle birlikte serüvenlerinde tam 3 kez İstanbul’u ziyaret etmiştir.
MERİH’E GİDİYORUZ
Gelelim üçüncü ‘korsan’ Tenten çizgiromanına...
Kaptan, eliyle dokunduğu evleri yıkabilecek kadar fazla ve olağanüstü bir güce kavuşmuştur. Profesör Turnusol’a göre bu durumun çözümü uzaydadır. Ağırlığın sıfıra ineceği fezada Kaptan da etkisiz kalacaktır. İşin içine kötü adamlar karışır...Kimseye zarar vermemek için kendini çöllere vurmuş olan Kaptan’ı bulup bindikleri cipe çelik bir halat bağlatırlar. Halatın bir ucu da Kaptan Hadok’un beline bağlıdır, ve onun kas gücüyle fırlattığı ciple birlikte sevimli üçlü uzaya açılmış olur. Hemen açıklayalım, Turnusol’un buluşu olan bir hap sayesinde uzayda özel giysi olmaksızın, rahatça nefes alarak dolaşabilmektedirler. Göktaşlarına kafa atan Kaptan insanüstü gücünün hâlâ kendisinde olup olmadığını kontrol etmektedir...
Bu esnada Turnusol kendince bilimsel açıklamlara girişir. (Açıklamaları orijinalinden aynen aktarıyorum). "Size yutturduğum feza hapı sayesinde fezanın bütün şartlarına dayanıklı hale geldiniz. Ne oksijene ihtiyacınız var, ne de soğuk ve sıcağa karşı elbise...Benim o kötü makinayı casus üstümüze çevirdiği zaman, içine yanlış tüp koymuştu. Bu xxt tüpü birisine tatbik edilince, hangi alanda kabiliyeti varsa o yanını şiddetle geliştirirdi.Kaptan, vücut kuvvetine çok önem veriyordu. Bu yüzden atomik bir güç kazandı. Dokununca evler yıkılıyordu. Bense zihin kuvvetine sahiptim. Bu yanım atomik bir gelişme gösterdi. Zihnim bütün problemleri yendi ve işte bu hapı yaptım..."
Maceranın ilerleyen sahnelerinde önce uzaydan dünyaya göz atarlar ve bir önceki ‘korsan’ macerada geçen istanbul ve Kınalıada’yı birbirlerine gösterirler. Ardından da Merih’e inerler. Merih’te Ortaçağ giysileri içinde, Dünyalılardan üçbin yıl ileri olduğunu iddia eden bir medeniyetle karşılaşırlar. Merihliler, Kaptan, Turnusol ve Tenten’in arkasından gezegenlerine gelen diğer -kötü- dünyalılara da izzet ikramda bulunur. (Maceranın başında Turnusol’ü soymuş olan kötü adamlar, uzaya çıkabilmek için aynı hapları kullanmışlardır.) Ancak bizim üçlü peşlerinden Merih’e gelen adamların asıl niyetlerinin Merih’deki altınlar olduğunun farkındadır. Bundan sonraki mücadele, kapitalin kimin elinde kalacağının belirlenmesi adına verilir. Sonuçta -her Tenten macerasında olduğu gibi- taşlar yerine oturacak ve olaylar tatlıya bağlanacaktır...
Merih’e Gidiyoruz adlı maceradaki ilgi çekici diyaloglara bir göz atacak olursak: Merih’in ilk kez görülmesiyle beraber Kaptan'ın ağzından dökülen ilk kelimeler, "Aman ne şahane birşey. Herhalde rakı vardır burada," olur. Ve ekler, "Altınlar, içki ve yaşasın Merih!" Turnusol’un, "Trilyonlarca altın götüreceğiz," ifadesine karşılık Tenten, "Ben de kendime bir bisiklet alacağım," türü alelade bir cümle sarfederken; Kaptan, "Ben de Tekel İdaresini satın alacağım," gibi kendince ve bakış açısını ele veren bir yaklaşıma bürünecektir. bir kare sonraki diyologlar (sırasıyla): "Merhaba ilmin zaferi!", "Merhaba güzel Merih!" ve "Merhaba güzel içkiler," şeklindedir.Profesörün gözlük kullanması Merihlilerce bir ‘cehalet’ örneği sayılır, zira bu onların üçbin yıl önce bilimsel olarak aştıkları bir sorundur. Sanat tarihi kitaplarından fırlamış gibi giyinen Merihlilerin ‘Merih Postası’ adlı gazetesi -elbette ki, ve kaçınılmaz olarak- Türkçedir. Hatta bir ara karelerden birinde beliren ‘Merih Ansiklopedisi’ sayfası, Dünyalıların saçma altın hırsını ortaya koyan saptamaları içermektedir.Kaptan’a aşık olan bir Merih Prensesinin de yardımıyla ve onun hediye ettiği balon gibi şişirilebilen bir uzay aracıyla geri dönüş vakti gelmiştir. "Bu bir rüya mıydı, yoksa herkesin kurabileceği tatlı bir hayal mi? İşte çeşitli maceralarla Merih’e vardık ve tekrar dünyamıza dönüyoruz," cümleleri bu serüvenin de sona erdiğinin göstergesidir.
500 kuruşluk, 17, 18 ve 19 numaralı Burhan Yayınlarının Tenten ciltlerindeki ‘korsan’ Tenten maceraları işte bunlardır. Dünyada sadece Türkiye’ye özgü bir girişimcilik ruhuyla ‘korsan’ Kinova, Pekos Bill, Zagor, Flash Gordon, Kaptan Swing üreten zekamız, bu yelpazeye Tenten’i de eklemekten geri durmamıştır. Böyle ürünlerle de olsa dünya Tenten literatürüne dahil olmak doğrusu çok hoş. Umarız ki sırada, patenti bize ait kahramanların maceraları olsun.
Bol çizgiromanlı günler dileğiyle...
Hakan Alpin
Bu yazı ilk olarak Seyir Defteri Adlı dergide yayınlanmıştır
Kaynak ve başka fake Tenten yazıları için - Altınmadalyon
1 yorum:
Bir gazete haberinde bu korsan tentenlerin cizerinin Yzb. Volkan dergisinin de çizeri olan Ali Recan olduğunu okumuştum.
Yorum Gönder