İlk Tommiks, Teksas ve Tom Braks'ımı çok erken yaşta okudum. Daha sonra da çok sayıda çizgi roman kitabım oldu. Çizgi romanı keşfettiğim ilk günden beri bu ilgim kültürlü, kültürsüz bir çok insanın eleştirisine maruz kalıyordu. Kendi ''edebiyat anlayışlarını'' özümsemiş gibi davranan ve çizgi roman kültürünü de yerin dibine oturma yetkisini elde etmeyi eğitim sanan insanlarla karşılaşıyordum. Destekleyen pek yoktu o sıralar.
Oysa, olumsuz bir unsur olarak görülmezse eğer, bir çocuğun okuma alışkanlığını destekleyen bir araç olmaya, dikkatliliğe, okuduğuna yoğunlaşmalara, iyi kötü bizleri biz yapan bazı bilmedik hayat deneyimlerinin ne olabileceğine, mekan ve zamana dair fikirlerin en azından çizgi roman dünyasında da yeşerebilme fırsatı sağlayabilmeye adaydır çizgi roman. Hiçbir şey katmasa hayal gücünü geliştirmeyi üretebilecek bir alan.
1- Çizgi roman özellikle ABD'daki McCarty döneminde, Dr. Fredric Wertham'in ''Masum olanın Ayartılması'' kitabından sonra yürürlüğe konulan ''Çizgi Roman Kodu'' uygulaması sonucunda, aile kurumuna zarar veren, topluma sorunlu insan yetiştiren, şiddet yani meşrulaştıran ve toplumun genç zihinlerini en son tahlilde tehdit eden bir neden olarak damgalandıktan sonra dünyanın çeşitli ülkelerinde de aynı muameleye maruz kaldı.
Elbette Çizgi Roman Kültürü Batı'da, daha doğru deyişle Hıristiyan geleneğinde yeri olan, incili anlatmada kullanılan, okuma yazması az olanları topluma kazandırma çabaları için de başvurulan bir araçtı. Popülerlik de kazanıyordu kolayca. Bundan vazgeçilmeyeceği için, ne kadar eleştirilirse de, bu sanat dalını bir kenara atmak mümkün olmadı. Çeşitli sansür girişimlerine rağmen yaşadı. ABD'de 1990'larda Robert Crumb, Gilbert Shelton ve sonrasında gelişen yeraltı çizgi roman kültürü yine ürkütüp, Çizgi Roman Kodu'nun yeniden uygulamaya sokulmasını sağladıysa da, eleştiriler bir yanda sürdü ve böylece herkesin hemfikir olduğu Klasikler dünyasına el atarak çizgi roman fikrinin yüceltilmesi de mümkün olacaktı; ''saf ve güzel'' çizgi roman formatında da olsa saf ve güzel olmalıydı çünkü.1600'lı yıllarda yazılmış Don Kişot gerçek sayfa sayısından daha az sayfada basılmıştı Avrupa'da. O hali de daha basitleştirilerek ve azaltılarak yada sadece kitaptan bazı öyküler kitaplaştırılıp çocuklar/gençler için sunulmuştu. Bu yöntemin çizgi roman senaryosu için bir fikir verdiği söylenebilir.
Albert Lewis Kanter Rusya kökenli bir yayıncıydı, Savaş sıralarında ABD'ye gelmişti ve Resimli Klasikler adli diziyi basacağı yayınevini kurmuştu. Onun elinden hemen hemen bilinen klasiklerin çoğu yayınlandı. Kanter'ın serisinin en son kitabı Faust oldu ve 1967 yılında katolik bir kuruma satılan Resimli Klasikler, bugün bilinen bir çok klasiğin çizgi roman içindeki yerinin bu Resimli Klasik dizisi ile ölçülmesini sağlayacak ağırlıkta bir girişimdi.
Resimli Klasikler satıldıktan sonra da ABD dışındaki ülkelerde çeşitli yayınevlerinde Kanter'ın daha önceden planladığı, ama ABD'de basamadığı eserleri yayınladı. 162 İngiliz edebi eserinden 13 tanesi (Goril Avcıları, şeytanla Seyahat. Dr. No dizisi vb. gibi) asla ABD'de yayınlanmamıştı.
Yeni patron Katolik Twin Circle, eskiden basılmış ürünleri yeniden bastı, sonraları zarar edince de üretimi durdurdu.
Bugün Türkiye'deki klasiklerin yayınlandığı ürünler 2008'in Eylül ayında İngiltere'de klasik eserleri yeniden yayınlamak için kurulan Classic Comic Store şirketi'nin ürünleri. Bu yeni yayınevi özgün hem gençler hem de büyükler için basılan Gilberton Resimli Klasikleri'ni basıyor. Sadece William Shakespare kitapları ile sınırlı olmayan, G. Wells'in Dünya Savaşı, Zaman makinesi, Herman Merville'nin Moby Dick, dahil bir çok klasik romanlı çizgi romanlar yeni basımla sırada bekliyor.
ABD'de 1941 yılında Üç Silahşör ile yayına başlayan ve 1953 yılında ilk kitabı Pamuk prenses ve Yedi cüceler ile gençlere yönelik Resimli Klasikler olarak ayrı bir seri biçiminde de çoğalan Resimli Klasikler'in Kanter'li ilk döneminde 162 olmak üzere olası 300 üzerinde klasik olarak tanımlanan çeşitli edebi ürününü çizgi roman formatı ile sundu. İngilizce yazılmış, Lewis Carroll, Anne, Charlotte ve Emily Bronte, Jack London, Mark Twain, Charles Dickens gibi bir çok değerli yazarın çeşitli eserleri dışında, klasik bilimsel eser vermiş Charles Darwin, Rene Descartes ve hemen hemen kitaplarının tamamı ile Jules Verne de yayınlandı. Bu yayınlar şimdi İngiltere'deki yeni yayınevinin 2010'a kadar tasarlanmış yayın listesinde de var. (Bu diziden Ağustos 2009'da Howard Pyle'nin Kral Arthur ve Yuvarlak Masa şövalyeleri kitabı basıldı.)
ABD'de basılmayan bazı klasikler de yurt dışında kurulan çeşitli yayınevlerince yayınlanıyordu . Bunlardan Yunanistan'da kurulan Resimli Klasikler orada 1951'de yayına başladı. Yunanca ilk kitap Victor Hugo'nun Sefiller'i idi. Yunanistan'da yayınlanan ilk ''ABD tarzı'' çizgi romandır bu. İlk sayısı 90.000 bastı ve hemen tükendi, ikinci baskısı da yapıldı. Çeşitli sanat ve siyasi çevreler, 4 renk baskı olmasına rağmen ucuza satılan bu çizgi romanları Yunan çocuklarının beynini yıkıyor, ABD yaşam tarzına özendiriyor diye eleştirdi, yine de satışının azalmadığı bir yayın oldu. Amerikan Resimli Klasikleri baz alınmasına rağmen, tamamen Yunanlılara uygun klasik eserler seçiliyordu ve tamamı Yunanlı çizerler tarafından resimlendirildi.
2. Umberto Eco'nun Gülün Adı ve Kundera'nın Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği gibi bir çok eserin 7'inci sanat sinemaya aktarıldığını biliriz. Örneğin Gülün Adı'nın kitabındaki çok değerli tasvirler, yine örneğin dindarlığın mizaha bakısı sayfalar dolusu anlatılırken, filmde o bölüm iki-üç kelime ile geçiştirilir. Oysa kitabın neredeyse ana fikri, mizaha tutucu yaklaşımı sergilemek iken, film örgüsü içinde bunun eridiğine tanık oluruz, filmde kitap Ortaçağ'daki bir polisiye öyküye dönüşen bir hal almıştır. Ancak filmin kendisi de bütün çarpıcılığı, görselliği ile bir başyapıt diye nitelendi; şimdi bir edebi eseri bizim algıladığımız biçimde sergilemeyen bir başka sanat dalını başarılı da olsa yerin dibine mi geçireceğiz? Bence ''Edebi'' adı altındaki beklentileri sorgulamak lazım. Edebi eserlerin, şu ya da bu nedenle başka ifade tarzları şemsiyesi altında sunulmasına karşı değilseniz, orada olanları da kendi içinde ikinci bir değer olarak algılayabilirsiniz.
Nasıl her edebi ürünü, ''yapıt/eser'' diye nitelemiyorsak, her çizgi romanı ya da çizgi roman'a uyarlanan bir edebi eseri, yeniden üretilmiş bir ''yapıt/eser'' olarak görmek de mümkün, görmemek de. Aslında çizgi roman kültürü içinde, çizgi romanın kendi ''yapıt /eser''leri var. Edebi eserlerin çizgi roman versiyonlarının da bazıları başarılı, bazıları da hem esere hem de o eseri okuyana haksızlık edecek şekilde tanımlanabilir.Bazı edebi ürünler üstelik görselliğe daha yatkın olabilir, rahatsız etmez, bazıları ise zorlama olarak algılanabilir çizgi roman dünyasında. Bazı edebi yayınlar kendi içinde bir hayal gücü barındırır, o hayal gücünü görselliğe döktüğünüzde belki kendi dünyasını kafasında yaratmış seyircilerin gözüne hitap edemeyebilirsiniz çizgi roman ile.
Türkiye'de oldukça satan ve güncel Hamlet, Romeo ve Juliet, Macbeth bu anlamda beni rahatsız eden ürünler olmuştur. Bunda Shakespeare İngilizcesi'nin, dilinin derinliği neredeyse silinip, çizgi romanda sadece öykü anlatır hale gelmesinden kaynaklanıyor diye varsaymanın payı olabilir. Ayrıca kitap olarak okunduğunda kader mi yoksa bir insanin güç karsısındaki hırsı ya da bocalamaları mi, gibi derinlikleri arıyorsanız, çizgi romanı Macbeth'in örneğin, Macbeth hakkında fikir verse de, olay kurgusunu sunan olarak kalıyor bana göre. Edebiyat ürünü olarak kıyasladığım için bunu söylüyorum. Sevin Okyay çevirisi çok güzel. Tiplemeleri -Lady Macbeth ve Macbeth kafamdaki karakterlere yakın değildi- güzel. Öte yandan Dava'yı Kafka'nın kitabı ile kıyaslama ihtiyacı duymadan keyifle okuyabiliyorsunuz, çünkü anlatılan mekanlar, kişi yüzleri, ilişkiler ve Kafka-vari yaklaşımlar çizgi roman dünyasında yer buluyor.
İki sanat disiplinini kıyaslamak yorucu ve yargılayıcı olabiliyor. Oysa bu ürünleri çizgi roman içinde çizgi roman olarak değerlendirmek mümkün. Böyle olursa Hamlet, Macbeth vb. başka gözle algılanabilir. İki ayrı sanat, iki ayrı ifade tarzı.
3- Türkiye okuru hep tepeden itişlerle öğreniyor yenilikleri, Manga da böyle oldu bence. Japon kültürüne dair son yıllardaki moda yaklaşımlardan dolayı Manga akımı Türkiye'de de yerini bulacaktı. Buldu. şimdi Marvel ya da EC comics ürünlerini de Türkçe okuyoruz. Bunlar fena gelişmeler değil, ama Serüven Dergisi gibi bir çizgi roman araştırma dergisi kendisini sürdüremiyor ülkemizde. Dolayısıyla olan biteni ne tam anlıyoruz ne de sosyolojik ve tarihsel taşlar arasında yerini kavrayabiliyoruz. Oysa bütün bu tepeden inme yeniliklerin tarihleri, yumurtlama süreçleri var; o toplumlardaki siyasi yapılarla, dünyadaki yerleri ve olanakları ile ilgisi var. Havadan gelmeyen yazarları, çok sayıda çizerleri, oyunları, kitleleri, grupları, felsefeleri var. Bunları anlamadan ortaya çıkan, sonuçta azgelişmiş ülkenin kendisinden çok şey üretmeyen, taklit yani gelişmiş, hayran olma ile yetinen gençleri olunuyor. Burada bunun tartışmasına yer yok, ancak Manga, Japonya'daki hiyerarşik ve kapalı toplum sosyolojilerini anlamadan, otobüs ve trenlerde kadınlı erkekli çoğu insanın 200 sayfalık Manga dergileri okuyarak seyahat etmelerini görmeden, gerçekliğin dışında bir dünya arayan ve süper güçlere sahip olmayı düşleyen, genç biri açısından sorunlu milli bir toplumsal ilişkiler ağını kavramadan bir bütünlük içinde nasıl değerlendirilir? Manga örneğin ya da benzeri bir akım neden Türkiye'de çıkamıyor? Doğan Hızlan'in söyleşilerinden birinde belirttiği gibi Türk Edebiyatı da bir gün Türk Çizgi Romanı'nın teması olabilir mi bugün? Neden olmasın? Olmuyor mu? Yaşar Kemal'in İnce Mehmet'i Türkiye'de çizildi ve Danimarka'da iyi sattı. Necati Cumalı'nın Ay Büyürken Uyuyamam adlı eseri çizgi roman olarak üretilse bir pornografi ürünü olarak mı algılanır? Edebi eser tadında bir çizgi güzelliği yaratılabilir mi o kitap aracılığıyla örneğin? Bu konularda cevaplar buğuludur.
Türkiye Çizgi Roman Dünyası'nda yer yer hareketlenmeler oluyor. Ancak genel olarak kalıcı bir yapıya dönüştüğünü söylemek iyimserlik olur. Fransızca konuşulan ülkelerde çizgi romanın edindiği yer, Japonya'daki Manga, ABD'deki çeşitli kahramanlar, bunların hepsi kendini de ifade eden, toplumlarıyla dolaysız ilişki kurabilen çalışmalar. Sürekli yeni yaratıcı insanlarla var edilebilen bir yapı oralardaki. Bizim ülkemizdeki gibi ülkelerde ise, yapılanlara hayran olan bir yapıyı çeşitli nedenlerle içimize sindiriyoruz. Uzun vadeli sadece yayıncısının seçtiği ve okuyucusunun olduğu bir ilişki yerine,okuyucuları ve yayıncısı kadar yerel toplumlarda da yerini bulabilecek öykü anlatan, yerel çizerleri ile gelişen bir sanayi değil önümüzde olan. Macbeth, Dava ya da Sandman, ya da Dost Yayınevi'nin yayınladığı Maltese serisi değerli ürünler. Özellikle Sandman-serisi edebi bir dil olduğunda da çizgi roman içinde sıcak bir yer bulacağını göstermiş olması acısından önemlidir. Batı dünyasında Sandman beğenisi o kadar yüksek düzeyde oluyor ki, yer yer çocuklara okullarda bu dizinin okunması zorunlu tutulsun önerisi bile ortaya çıktı. Dizi ''Edebi ürünleri okumayı sevenlerin de kaçırmayacağı kadar güzel'' bir seri olarak sunuluyor kitapçılarda. Bu dizi ABD dışında edebi eser ödülü de aldı. Yine de bunların ÇR'nin kendi tarihi içindeki önemini ve araştırmasını ortaya koymadıkça da, kendi çabaları ile bir iş kotarmaya çalışan yayınevlerinin sinirli tercihlerinin de ürünleri olmak zorundadır. O yüzden bu konuda sağlıklı bir coşku ancak başkalarına hayran olunan kadar kendi yerelliklerini de ele alabilecek bir alan yaratmakla değerlendirilebilinir.
Çizgi romanın çocuklar ya da çocuk kalmış insanlar için bir şey olduğu görüşü hala yürürlükte olan bir görüştür. Yıkılması için geniş bir devlet siyaseti, yayıncılık anlayışı lazımdır. İskandinavya'da çizgi roman ürünlerinin de kütüphanelerde çok değerli edebi eserler kadar yeri vardır. Çocuklara okullarda çizgi kitap okuyup, yorumlamaları, hatta senaryo yazıp resimlemeleri ödev olarak veriliyor. Ancak böylesi yaklaşımlar olursa başka bir değer olarak algılanacaktır çizgi roman.
Edebi eserlerin çizgi romana aktarılması, onların en iyi biçimde sunulması ile, ki bugün bu konuda çok adım atıldı, örnekleri var, çizgi roman daha değerli bir şey olmuyor. Bunun edebi eserlere de bir katkısı yok ayrıca. Çizgi roman değer verilen başka sanat dalı aracılığıyla anlaşılmasına gerek duymayacak kadar da ilerledi. Dehşetli güzel, kendi klasikleri, kendi jargonları, kendi kimsenin elini atmadığı konulara atarak kamuoyu sağlayabilen, başyapıtlar üreten sanatçıları olan dev bir alan. Türkiye Çizgi Romanı kendi yaratıcılarına da olanak sağladığında daha çok ses verecek, topluma bir değer olarak katkıda bulunabilecek bir alan.
Sonuç olarak, edebi eserlerden yola çıkarak çizgi roman aramak yerine, çizgi roman içerisinde edebi yapıtları bulmaya çalışmak daha çok mutlu edermiş insanı gibi geliyor bana.
Saygılarımla.
Firuz Kutal grafik tasarımcı, ilustrator, çizer, Oslo, Eylul 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder