Ümit Kireççi – umitlila@gmail.com
…
“Zavallı biz!”
“Zavallı Ülkemiz!”
…
Çizgi roman sanatının sığ macera hikayeleri dışında
konuları ele aldığı, insan hayatını, toplumları, siyaseti, bireysel ve
toplumsal arayışları sorguladığı gibi eleştirdiğinden artık herkes haberdardır
diye umuyorum. Ama daha da önemlisi çizgi roman sanatının sığ macera
hikayelerinde de özel grafik romanlarda da hayata ayna tuttuğunu iddia etmek
çok da yanlış olmaz sanırım. Zeina Abirached “Kırlangıç Oyunu” grafik romanıyla
bu iddiamı bir adım ileri taşıyarak gençleri ve çizgi roman okuyan herkesi “iç
savaş” tehlikesine karşı uyarmayı hedefliyor.
Bir ülke düşünün veya o ülkenin izdüşümü olan ve onu her
yanıyla temsil eden bir şehir. Hatta şehri bir yana bırakın, o ülkenin izdüşümü
olan bir apartman düşünün. O apartman ki Müslümanlarla Hristiyanlar, Araplarla
Avrupa kökenliler sonra Yahudiler, ateistler hep bir arada yaşıyorlar. Ülkenin
farklı din ve kökenden gelen sakinleri, vatandaşları hep ortak kaygıyla
geçiriyorlar günlerini. Hepsi de yarını görüp görmeyeceğini bilemeden karanlık
küçük odalarda yaşıyorlar. Omuz omuza. Paylaşarak. Ve küçük odalarının dışından
gelecek kurşunlarla bombaları bekleyerek. Gülümserken bile enselerindeki tüyler
diken diken olarak, çatışma sesleri altında çocuklara bakıp her şeye rağmen
hayal kurarak umut ederek…
“Kırlangıç Oyunu”nda
iç savaş yaşayan Lübnan başkenti Beyrut üzerinden küçük bir apartman yaşantısı
ele alınarak aktarılıyor. Hiç şiddet göstermeden, hiç silah göstermeden, hiç
bomba, ceset, hiç kan gösterilmeden anlatılıyor iç savaşın acı yüzü. Küçük bir
apartman dairesindeki sıkışmışlık, bunalmışlık, yaşama tutunma mücadelesi ve
dayanışma üzerinden. Ve beklemek. Sabırla beklemek.
Hikayedeki Chucri “Hayır, en fazla bir sene içinde bitecek
bu savaş” diyor umutla. Biraz beklemek yeterli olacaktır ona göre. Sonra
ekonomi düzelecek, hayat normale dönecek ve yıllar önce bir akşam evine dönmek
üzere yola çıktığını eşine telefonla bildiren ama taksisi yağmalanmış kendisi
kaybedilmiş olan babasını beklemekten vazgeçişi gibi bir eda var üzerinde.
Sonra Farah ve Ramzi var. Onlar ilk fırsatta Kanada’ya
kapağı atmayı hayal ediyorlar. Doğacak bebekleri için yurt dışına
kaçabilecekleri fırsatı bekliyorlar.
Bir de Khaled’le Madam Linda çifti var. Onlar eski şaşalı
ve varsıl hayatlarının dönmesini bekliyorlar. Madam Linda eski Lübnan güzeli seçilmişliğini
bir kenara bırakarak mütevazı bir hayat sürerken eşi Khaled tekrar iş adamı
olma hevesini sürdürüyor. Bir de Teksas adı verdiği yere huzur içinde
yerleşebilmeyi… Hangi Teksas mı? Okuyunca göreceksiniz. Onun Teksas’ı.
Anhala… Yaşlı sadık Anhala. Kötü bir çocukluğun ardından
kendisine kucak açan aileden üç kuşak kadını büyütmüş olan, Anhala. Son
nefesini verene kadar iyi niyetini ve kendisine biçtiği görevini sürdürmeye
kararlı olan, Anhala. O sakince nereden geleceği belli olmayan ölümü bekliyor.
Hem de yaşama sımsıcak tutunarak.
Ve Ernest… Akşamları jeneratör çalışınca hemen komşuya
inen, çocuklara Cyrano de Bergerac oyunundan sahneler canlandıran tatlı,
Ernest. İkiz kardeşi Victor keskin nişancılar tarafından vurulmasının ardından
gece boyunca sokakta bırakılmak zorunda kalınılan Fransız kökenli Ernest. O
sanki gizliden gizliye tıpkı Cyrano gibi bir mücadeleyi bekliyor. İç savaşı
değil, saklı kapılar, küçük delikler ardından açılan ateşleri değil, göğüs
göğüse, göz göze, yüz yüze yapılan onurlu bir mücadeleyi bekliyor.
Çocuklar… Adları olmayan iki kız/veya erkek çocuğu. İsimsiz,
cinsiyetsiz, kökensiz, sadece çocuk olan ikili. Hikayenin başından beri
olayları gözlemleyen ve kendilerini eğlendirmek, korumak ve kollamak isteyen
yetişkinlerin yanında mutluluk yaşayan iki isimsiz çocuk. Umut ve aydınlık
geleceğin mirasçıları. Onlar, büyükanneye giden ve hala dönmemiş olan anne ve
babalarını bekliyorlar. Bir yanda bombardıman, bir yanda silah sesleri, diğer
yanda yılgınlığa kapılmadan, hayata küsmeden bekleyiş…
Sami’yle Nour çifti. Onlar isimsiz çocuklarının geleceğini
sağlama almayı bekliyor sadece. Evlerinin en sağlam en ulaşılmaz denilen odasına
düşen ilk şarapnel parçasıyla hemen taşınmaları da bu yüzden. Onlar acıyı ve
ölümü beklemiyor hemen kaçıyorlar. Kaçarken de yanlarına Hz. Musa’nın ve
Musevilerin Mısır’dan kaçışlarını betimleyen duvar halısını alıyorlar
yanlarına. Yıllar önce kutudan çıkarıp duvara astıkları halıyı şimdi başka bir
duvara asmak için söküyorlar. Kaçış… Beklemeden kaçmak.
Şiddet görmeden şiddeti yaşamak ve hissetmek… Zeina
Abirached iç savaşı bu şekilde aktarmış “Kırlangıç Oyunu”nda. Sokaklardaki kum
torbaları, konteynerler, ev duvarlarındaki kurşun delikleri, bombalarla
yıkılmış binalar, yokluk, yoksunluk, endişeli sessizlikler, korku dolu
bakışlar, sigara tüttürülürken çıkan sesin sağır edici gürültüsü, insanı ezecek
gibi ses çıkaran saat… Ve ama yine de hayattan umudunu kesmeyen insanların
korunmak amacıyla içine kum konmuş fıçılarda saksı bitkisi yetiştirmeleri…
Bu aktarılan tabloda size tanıdık gelen bir şey oldu mu
bilmiyorum. Silahlı güçler arasında kalan masum vatandaşlar ve sokağa çıkma
yasakları, delik duvarlı evler, sokakta, evinde vurulan ve naaşı vurulduğu
yerden alınamayan her yaştan insan, elektriksiz, ekmeksiz hayatta kalma
mücadelesi…
Genç ve yetişkin her okura hitap eden “Kırlangıç Oyunu” iç
savaşın kaybettirdiklerini anlatıyor ve uyarıyor. Eğer hala okumadıysanız alın
ve ailecek okuyun, kitaplığınızın baş köşesine yerleştirin. Hatta işi biraz
abartın, ailenizi aşın komşularınızla okuyun, sonra biraz daha abartın
şehircek, ülkecek okuyun, okutun.
Kırlangıç
Oyunu
Zeina Abirached
Çev. Candan Yasan
Sırtlan Kitap, Haziran, 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder