Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fındıklı Kampüsü'nde gerçekleşen “ÖLÜM
SANAT VE MEKÂN III SEMPOZYUMU”nda "Korku
Sineması" üzerine sunum yapan yazar Fatih Danacı’yla kısa bir
söyleşi yaptık. “Korkunun Canavarları” kitabının yazarı olan, Danacı bize
kendini tanıttı ve yeni projelerini anlattı.
Herkese iyi okumalar dileriz:
Kireççi - Fatih
Danacı kimdir, Fatih, onu tanıtır mısın bize?
Danacı - Fatih
Danacı, gündelik yaşamın koşturmacaları haricinde kalan tüm zamanını,
enerjisini fantastik edebiyat ve sinemaya harcayan bir hevesli, ya da fanatik,
ya da yazar ya da her ne söyleniyorsa o etikete sahip biri demek yeterli olur
kanımca.
Geçimimi
yalnızca yazarak sağlamayı her daim arzu etmişsem de ülkemiz şartlarında bu
maalesef pek mümkün değil. Belki stresli olan asli işimden kaçış, belki de
gerçek hayatın kendisinden bir kaçış olarak okumayı, araştırmayı, yazmayı ve
televizyon/sinema ekranlarını izlemeyi seviyorum. Ve günün her saatinde bu dört
eylemden birini muhakkak yapıyorum.
Hali hazırda
bir çocuğum, eşim ve üç kedim ile birlikte içinde oyuncaklar, kitaplar,
dergiler ve posterlerin olduğu Ankara’daki evimde yaşıyorum. Mesleğim gereği
2011 yılında İstanbul’dan ayrılmak zorunda kalsam da sık sık doğduğum, okuduğum
ve başlı başına fantastik bir şehir olan İstanbul’a giderek özlem gideriyorum.
Bu yüzden hem İstanbul’a aşık, hem de İstanbul’dan nefret eden bir
İstanbulluyum.
Kireççi - Fantastik
alemlere olan ilgin ne zaman başladı? Hatırlıyor musun o ilk kıvılcımları?
Danacı - İlkokul
yıllarımda en büyük zevkim, ağabeyimle birlikte video kiralamak ve annemi de
aramıza alarak korku filmi izlemekti. O yıllarda korkmak benim için garip ancak
çekici bir zevkti. İlerleyen yıllarda korku filmleriyle birlikte edebiyatı da
benim için bir tutku oldu. Matbaacı olan ve her gün elinde farklı bir kitapla
eve gelen babam sayesinde de kitaplara aşinalığım çocuk yaşlarda başlamıştı.
Pek tabii ki korku edebiyatı beni yine cezbeden bir türdü. Böylece sinema ve
kitap tutkusu, bir süre sonra aktif bir uğraşa döndü. 2000 yılından sonra da
yalnızca korku edebiyatı değil spekülatif edebiyatın, bununla birlikte
sinemasının fantazya, bilimkurgu, korku türlerine karşım ilgim arttı ve
fantastik dünyalara sürüklendim. O günden beri de hala oralarda dolaşıyorum.
Kireççi - En sevdiğin edebiyat yazarları kimler, filmler neler?
Danacı - Bu yakın çevremde de bana sorulan ancak ucu
bucağı olmayan bir soru olarak sürekli karşıma çıkar. Sayfalar tutan bir cevap
verebilirim. Vereceğim isimler ve eserler de yalnızca
korku/fantastik/bilimkurgu ile sınırlı kalmaz. Bu yüzden soruyu cevaplarken
ilgi duyduğum alanda üretim veren isimleri söylemekle yetineceğim. Beni
derinden etkileyen isim Edgar Allan Poe’dur. Sınırsız bir hayal gücüne sahip
H.P.Lovecraft, Jules Verne, Arthur C.Clarke; okuduğum en büyüleyici geleceği
tasvir eden Frank Herbert; bana fantastik edebiyatı sevdiren J.R.R.Tolkien ve
Ursula Le Guin ile bilimkurguyu sevdiren H.G.Wells; üretkenliklerine her daim
hayran kaldığım ve örnek aldığım Stephen King, Dean R Koontz, öykülerini çok
beğendiğim W.W.Jacobs ve Sheridan Le Fanu aklıma gelen ilk isimler. Spekülatif
edebiyatın bizdeki temsilcilerinden ise Hüseyin Rahmi Gürpınar, İhsan Oktay
Anar, Zühtü Bayar, Barış Müstecaplıoğlu, Sadık Yemni gibi yazarlar severek
okuduğum isimler arasındadır. En sevdiğim filmlere gelince, 1930’lu yılların
tüm Universal filmleri, Lon Chaney’in başta The Phantom of the Opera (1925)
olmak üzere her birinde farklı bir surata büründüğü olağanüstü filmleri, Planet
of the Apes serisi; 2001: A Space Odyssey (1968) ve peşinden gelen öncü
bilimkurgu örnekleri ve daha yüzlercesi. Kısacası izlemediğim her film, en
sevdiğim filmdir diyebilirim.
Kireççi – ÇROP
röportajı yapıyoruz sormazsam olmaz, çizgi roman okuyor musun neleri seviyorsun?
Danacı - Çizgi romanla yine küçük yaşta tanıştım. Red
Kit, Ten Ten, Asterix ilk okuduklarım. Ancak hiçbir zaman tutkulu bir çizgi
roman okuru olamadım. Tutkulu derken süreli bir yayını takip etmedim. Ancak
Conan, Dylan Dog, Martin Mystere, Superman, Eeire ve Creepy ve pek tabii ki de
Korku ile Süper Korku, Zagor, Vampirella sevdiklerim arasındadır. Son dönemde
ise Watchman ve Walking Dead serisi olağanüstü iki çizgi roman diyebilirim.
Kireççi - Kitap yazmaya nasıl karar verdin, kimler teşvik etti, destek oldu?
Danacı - İlk
öykümü 9-10 yaşlarında bir arkadaşımla beraber yazmıştık. Ancak yazdığımız
aslında “The Fright Night” filminden bir sahneydi ve bunu çok sonraları
anladım. O denemenin ardından ise hiçbir şey yazmadım. 2005 yılıydı sanırım, ilk
öykümü yazdım. Gerçekten çok kötüydü ve eşim okuma nezaketini gösterdi.
Bence iki tür
yazar vardır, bir tanesi doğuştan yazardır; bir diğeri ise çalışarak, ama çok
çalışarak yazmayı öğrenir. Ben, ikinci türdenim ve hamurumda pek yazarlık yok
galiba. Bunu ilk öykümden sonra fark ettim ve sürekli yazdım, okudum; kendimi
geliştirmeye yazmanın alfabesini öğrenmeye çalıştım. Kimi web portallarında
yayımlanan 40’a yakın öykü yazdım, bir sitenin düzenlediği yarışmada derece
kazandım. Ancak şu ana kadar basılı bir öykü kitabım yok. Çünkü hala öğrenme
aşamasındayım. Araştırmacı yazarlık ise Giovanni Scognamillo ile tanışmamdan
sonra başladı. Önce öykülerimi okudu, çoğunu yerden yere vurdu, eleştirdi.
Araştırma yazılarımı ise çok beğendi. Ve ben de sinema, edebiyatın fantastik
gibi bakir bir alanında araştırmalar, çalışmalar yapmaya kendimi adadım. Bu
zamana kadar dergi, e-dergi, internet siteleri olmak üzere pek çok yerde
yazdım. Hali hazırda basılı olan da iki kitabım var.
Kısaca
yazmaya başlamamdaki en büyük sebep, en büyük destek hocam/dostum Giovanni
Scognamillo’dur. Uzun, kısa, yazdığım her yazıyı yayınlatmadan önce muhakkak
ona gönderirim, bu da bir alışkanlık oldu. Onun sayesinde yazma tutkumu
keşfettim. Yazı kriterlerini, yazarın ne olduğunu, bir yazarın neden yazması
gerektiğini hep ondan öğrendim ve hala da öğreniyorum.
Kireççi – “Korkunun
Canavarları” kitabının içeriği nedir, neden böyle bir kitap yazmayı tercih
ettin?
Danacı - İlk
kitabım “Korkunun Canavarları”. Ülkemizde korku sineması üzerine pek fazla
kitap yok. Özellikle sinemanın ilk yıllarında yaratılan klasik korku
canavarlarının tarihsel gelişimini anlatan ne bir çeviri, ne de bir telif
kitaba rastladım. Ben de bu konuda bir kitap yazmaya karar verdim. Diğer kitap
ise “Vampir Manifestoları”. Giovanni Scognamillo’nun 1980’li yıllarda yazdığı
ancak yarıda bıraktığı bir proje bu. Sohbetlerimiz arasında gündeme geldi ve
benle birlikte çok sevdiğim bir dostum olan Aylin Ünal projeye katıldı. Gio’nun
danışmanlığında kitabı tamamladık. Vampir kitaplarının revaçta olduğu bir
dönemde biz de vampir efsanelerini anlatan, vampir imgesinin sanattaki
yansımalarını inceleyen bir kitap yazmış olduk. Ancak içimize çok sinmeyen bir
eser oldu maalesef.
Kireççi - Yeni
projelerin var mı, nelerdir, paylaşmak istersen…?
Danacı - Türkiye’de
yazılmayan bir edebiyat tarihimiz var. Fantastik Türk Edebiyatı! Erol
Üyepazarcı, polisiye romanımızın tarihini iki ciltlik muhteşem bir kitapta
yazdı. Kitabı satır satır okuduktan sonra, ben de neden fantastik
edebiyatımızın tarihçesi yazılmasın ki dedim. Böylece yeni proje şekillendi.
Tabii ki çok zor bir kitap. Çünkü elimizde bir dizin yok. Önce bunu tespit
etmek gerekli. Ankara’da olmanın ve Milli Kütüphaneye yakın olmanın
nimetlerinden faydalanarak bir dizin oluşturdum. 1865 tarihinden 2010 yılına
kadar öykü/tefrika/roman/on paralık roman 500 kitap tespit ettim. Bu sayı fazla
gibi gözükse de çok eksikleri olan bir liste. Üzerinde hala çalışıyorum. Hatta
1928 öncesi için de Osmanlıca öğrenmeye başladım ve planladığım cetvele göre
2015 yılında kitabı bitirmeyi hedefliyorum. Tespit, okuma ve yazma süreci üç
yıl alacak gibi duruyor. Bu esnada kolektif kitap çalışmalarında yer alıyorum. Bir
ihtimal de 2015 yılına kadar hali hazırda tamamlanmış olan korku/fantastik
öykülerimden oluşan kitabım için yayıncı arayışına girerim. Uzun süredir rafta
bekletiyorum, ama hala zamanı geldi mi, onu da bilmiyorum.
Kireççi - Evdeki
minik mi daha fantastik, yazdıkları ilgi duydukları mı?
Danacı - Yukarıda
da söylediğim gibi gündelik koşturmacalar haricindeki tüm zamanımı ilgi alanım
olan fantastik edebiyata ve sinemaya harcıyorum. Haziran ayından itibaren ise
bütün zamanımı Arca Efendi’ye harcamaya başladım. Bu durumda kendisi zaten
fantastik bir konuma geçmiş oluyor. Şaka bir yana, yazılanlar, çizilenler güzel
ve keyifli de, yazdıklarımızı, yazılanları tapılacak bir mertebeye yükselttiğimizde
ne denli doğru yaparız bilemiyorum. Hayatta zevk alınacak o kadar çok şey var ki!
Zamanın izin verdiği kadar hepsini denemekte fayda var. Bence hepsi de farklı
keyifler verecektir.
Ama oğlumla ilgili
gözümde bir kare canlanır hep. Bir vapurun açık kısmında küçük bir aile oturur.
Baba dikkatlice bir kitabı inceler, kalemle notlar alır; anne her zamanki gibi
polisiye romanlar okur; çocuk ise elindeki çizgi romana gömülmüştür. Bu kare
tanıdık geldi mi Ümit Kireççi?
Kireççi – :) Nasıl
gelmez be Fatih’im…? Ben, eşim ve çirkin oğlumun facebook'da paylaştığım fotoğrafımız bu. Umarım tümü gibi
bu dileğin de gerçekleşir kardeşim. Arca tadını çıkarta çıkarta büyüyerek bu sahneleri ve daha güzellerini sana da yaşatsın annesine de. Öp “sevginin çirkinini" benim yerime.
07. 11. 2012, Çarşamba
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder