Çizgi Roman Okurları Platformu (ÇROP), Hayal'et e-dergi ve Kayıp Rıhtım'ın işbirliğiyle gerçekleşen yarışmaya çizgi roman anılarını paylaşan yetişkinler katıldı.
Yarışma üçüncüsü sayın Ercan Gür'un yazısı:
...
Dikkat Et Yakalanma
Geniş bir ailede doğmak, onların ilk çocukları, torunları ve “pırlantaları” olmak nasıldır bilir misiniz? Çekirdek ailenize ek olarak babaanneniz, dedeniz, nineniz -ki kendisi babaannenizin annesi olur- ve halanızla birlikte yaşamak… Bugünlerde bu denli büyük, her günü bir çizgi roman macerasından fırlamışçasına renkli bir ailenizin olması geçmişe göre çok daha seyrek rastlanır olsa da o günlerde ben ve benim gibi çok çocuk vardı. Bazen geniş aileme dualar ediyor, iyi ki bu kadar geniş bir ailede büyümüşüm diyorum. Yoksa bugün olduğum kişi olamaz ve çizgi romanların da dahil olduğu sonsuz hayal gücümün her zerresini bugünkü ben olarak üzerime kuşanamazdım.
Benim babam bir yetim olarak babasız büyümüş, ta ki babaannem
yeniden evlenerek şeker gibi bir baba getirene kadar. Tabii aradaki bu sürede
babama da hem ana hem baba olmuş, onu her türlü tehlikeden bir başına koruması
gerekmiş.
Zor yıllarmış o zamanlar. Sokaklarda yürümek üzerinizde
uçuşan mermilerden dolayı çok zormuş. Evlere aniden baskınlar yapan ve “yasaklı
yayın” adını verdikleri nice hazinenin peşine düşen askerlerden ölesiye
korkarlarmış.
İşte böyle zamanlarda yaşamış bu koruyucu yürek, kanatlarını
iyice açmalı ve evlatlarını altına sıkıca almalıymış. Çizdiği katı bir profilin
ardında durması gereken zamanlarda yaşıyormuş. Askerlerin kapı kapı gezerek tüm
kitapları incelediklerini, bazen gelişi güzel yakıp yıktıklarını ve özellikle
belirli yayınları okuyanları topladıklarını duyan yalnız ve çileli kadın ne
bilsin babamın Tommiks ve Teksas’larını? Elinden acımasızca çekip almış,
peçkaya bir güzel atmış. O gün, ısınmak için başka bir şey yakmalarına gerek
olmamış bizim evde. Tabii babamın göz yaşları soba ateşinden daha uzun sürmüş.
Aradan geçen yıllarla birlikte hikâyeleşen bu ve benzer anılar
benim gibi nice çocukların kulaklarına anlatılıp durmuştu. Doksanların başında
yedi yaşına basan bir çocuk olan ben, o kocaman aile bana yetmezmiş gibi hayal
gücümü en üst seviyede kuşanmıştım. Yine de halen o eşsiz kahramanlarımı kendi
kendime inşa edemiyordum.
Günün birinde, farkında bile olmadan Bakırköy sahaflarının
o ilgi çeken loş ve ağır ortamına çekildiğim günün bir değil, iki değil,
onlarca yeni kahramanı bana tanıtacağını nereden bilebilirdim ki? O gün
kucağıma aldığım ilk çizgi roman kırmızı mavi renkli bir kostümü ve göğsünde
taşıdığı S harfi olan, ölümsüz bir kahramana aitti belki ama benim ilk
kahramanım o olmayacaktı. Bana o çizgi romanı karşılıksız verirken gülümseyen
"Ne zaman istersen getir ve karşılığında bir yenisini al," diyerek
yüreğime ışığını katan Sadık isimli satıcıydı. İsmini hatırlamak için çok uzun
süre düşünmem gerekmiş, yıllar sonra bir gün elime aldığım bir başka Superman
çizgi romanına kadar bir türlü hatırlayamamıştım. O gün, Sadık abinin benim
Superman’im olduğunu anladığım gündü. Kahramanım, Sadık abim, nice çizgi romanı,
belki de hiç olmayan evladı yerine koyduğu benimle paylaşmış, ben de değiştirip
değiştirip okuyarak Martin Mystere'den Superman'e, Baltalı İlah'tan Örümcek
Adam'a doğru atlayıp durmuş, nice renksiz ama capcanlı sayfanın arasında yeni
bir ben olmuştum.
Tabii ki evde bu aşkı yaşatmak çok daha zordu, çünkü
yaşamının bir dönemini kapsayan korkularını kendisine zırh gibi giymiş bir babaanneden
köşe bucak kaçmak ve hazinenizi saklamak gerekiyordu. Defter araları efsane
olmuş, döşek altları sırlarıma ortak olmuştu.
Yine de ne diyeceğim biliyor musunuz? “Torun baldan
tatlıdır,” derler ya, işte o doğruymuş. Bir gün defterimin arasındaki Batman
ile babaanneme yakalandığımda kaşlarını çatmış, sonra eğilip yanağıma bir
öpücük kondurmuş ve tek söylediği "Dikkatli ol, kimseye yakalanma
oğlum!" olmuştu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder