6 Mayıs 2017 Cumartesi

Şart Mıdır Mizah Dergilerinin Olması? Ve Ayrıca Hangi Mizah Dergiciliği?

Ümit Kireççi
...
Ve, evet, Haftalık Penguen’in baskılı versiyonunu sonlandırmak istemesiyle birlikte başlayan bir tartışmanın içine düşmüş olduk. Mizah olmalı, dergiler yaşamalı, muhalefet, eleştiri v.s. Ancak gözden kaçan bir gerçek var ki o da dergileri çıkaranların “amaç”larının ne olduğunu göz ardı ediyor olmamız!
 

 
 
 

 
 
Yanlış hatırlamıyorsam Hürriyet gazetesinin Kelebek ekinde röportaj yapılmıştı Haftalık Penguen ekibiyle (veya Uykusuz’la emin olamadım şimdi). O röportajda verilen beyanatlar arasında en çok dikkatimi çeken “Parasız sanatçı/karikatürist devri kapandı” anlamına gelen ifadeydi. Bu cümle kime aitti, hangi çizer söylemişti hatırlamıyorum ama neresinden bakılırsa bakılsın çıkarılan derginin “sanat, mizah, eleştiri, v.s.” gibi bir derdi, bir misyonu olmadığı daha en başından belliydi. Ortada idealist bir yaklaşımdan çok Cem Yılmaz’ın yaklaşımıyla “duygusal” bir eylem vardı ve bugün “satmıyor”lu açıklamayla gelinen nokta da aslında bu eylemle hayli tutarlı. Bana sorarsanız çıkışıyla kapanışı yaklaşık aynı içeriğe ve gerekçeye sahip olan bir derginin bu bağlamda eleştirilecek bir yanı yoktur. Burada yaşadığımız karmaşa bizim okur olarak mizah dergilerine içinde yer alan sanatçıların düşüncelerini hiçe sayarak yüklediğimiz mana, misyon ve sorumluluktur.

Şöyle kısaca bakarsak mizah dergisi denince aklımıza çoğunlukla siyasi erk’in eleştirisi geldiğidir. Marko Paşa, Akbaba, Gırgır, Fırt ve hatta Çarşaf, Limon, Leman… Neresinden bakarsak bakalım bu ve diğer örneklerin tamamında bir tür misyon ve hedef olduğunu görürüz. Bir dertleri vardır ve bu derdi karikatür sanatının yapısına uygun bir şekilde sayfalara aktarırlar.

Üstelik de yerleşmiş bir şablonla.

Kapakta çoğunlukla siyasi gündeme ilişkin bir gönderme, iç kapakta eh işte karikatürleri, üçüncü sayfada siyasi ağırlıkta kareler ve dördüncü sayfayla birlikte ağır topların sıralandığı gündemle çok da ilişkisi olma zorunluluğu bulunmayan mizah çizgi romanları, yazı-çizi köşeleri ve amatörler sayfaları.

Bu şablonu var eden de genel olarak her yayında olması gereken bir şeydir: DERT ve HEDEF KİTLE arasında bağ kurma gayreti.

Gırgır öncesi dergilere baktığımızda daha çok aydın kesimi hedef alan bir anlayışa rastlarız. “Ortak bir kaygının dillendirimelerine” rastlarız. Gırgır’da ise yaygınlaşan okuma-yazma oranına paralel bir hedef kitleye ulaşılmış, ailelere mizah dergisi okuma alışkanlığı kazandırılmış, Ergin Orbey’in yönettiği “Bizim Aile”, Atıf Yılmaz’la Ertem Eğilmez’in aile sorunları ve mizahı bazlı filmlerinin eşiti bir yapı kullanılmıştır: Gizlenen, doğrudan dile getirilemeyen cinsellik, bol göndermeli kapitalist düzen eleştirisi, gecekondu/varoş sorunları, Beyoğlu’nun arka sokakları, kötü yola düşen evlatlar, mafya, bir türlü içinden çıkılamayan zamlı hayat ve terörle karışık dış mihraklar sorunu. Ha, bir de her fırsatta köşe dönmeye kalkışılması…

Limon’la birlikte hedef kitlenin değişimine tanık oluyoruz: Üniversite gençliği.

Pencere kenarında oturup eleştiren çok bilmiş cehalet, nostaljik takılan kitleler, cinselliği dibine kadar yaşayan bir grup, romantik solcu takılan güruh, metalciler, küfürbazlar, özgürlük, küçük şehirden büyük şehre akıp giden serbestlikler…

Limon dergisi içinde barındırdığı her karakterle, her köşeyle, her hikayeyle farklı bir üniversite grubunun sesi olmayı becerebilmişti. Haliyle de aileden kopup gençlerin dergisi oluvermişti. Bu haliyle de çok eleştirilmişti. Dili, özgürlüğü, doğrudan söyledikleri… Sansürden, otosansürden ve her tür kısıtlamadan uzak yapısıyla Limon ve devamı Leman dergisi deyim yerindeyse çağının sesi olmuştu.

Ama para da kazanmışlardı çok.

Bir ara 1990’ların sonunda dergide yer alan sanatçıların “o neden benden fazla alıyor, ben daha fazla isterim”li tartışmaları Ankara’lara kadar ulaşmıştı. Haklılardı da. Dergicilik bir işletmeydi, işin için maddi kazanç vardı ve herkes hakkını almalıydı…

Veya ayrılmalıydı… Ayrıldılar da. Yeni dergiler çıkardılar. Çok sattılar. Üstelik tıpkı daha sonrakiler gibi, Gırgır şablonuyla. Peki içi doldu mu dergilerin?

HBR, HBR Maymun, Dıgıl, Pişmiş Kelle, sessiz sedasız ortaya çıkan ve kaybolan Mağara, Deli Dolu, Müebbet Muhabbet, Ekmek, Cici... Çok dergi çıktı aslında çok kimsenin hatırlamadığı ve hatta bilmediği. Kimisi Limon tayfasından, kimisi orjinal Gırgır’dan, kimisi başka sektörlerden kopan sanatçılar tarafından çıkarıldılar. Ama soru hep aynıydı: Şablona uymanın dışında bu dergiler bir kitlenin, bir kesimin sesi olabildirler mi, sektöre ve mizah sanatına yeni bir şey katabildiler mi? Bu alan bir misyon muydu para kazanma aracı işletmeler mi?

İşte dönüp dolaşıp yine kelebek ekindeki o ifadeye geliyoruz mecburen.

“Parasız sanatçı/karikatürist devri kapandı”

Kapandı da cidden.

Yakın zamanda gerçekleşen bir panelde Haftalık Penguen muadili bir başka derginin yöneticisinin “Sanatçı ücretleri çok yüksek, dergiler bunları kaldıramıyor” demesi de bunun en açık göstergesidir.

Haliyle Ersin Karabulut’un “Penguen giderse Uykusuz kalmaz” benzeri sözü de bu kategoride yer alır…

Benim anladığım şu ki bu çok popüler mizah dergilerini çıkaran sanatçıların onlara yüklenilen misyonla hareket etmediği gerçeğidir. Açıkçası ben onları suçlamıyorum. Sanatçı olarak durdukları yerleri kendileri seçecek, aynı veya başka alanlarda kalıcı olup olmayacağını kendileri seçecektir. Kaldı ki yazarıyla çizeriyle mizah dergilerinden yetişen sanatçıların bireysel kaygıları, hedefleri, kendilerini aşma isteğini göz önüne almamız gerekir onları suçlamadan önce. Entellektüel ve kültür içerikli dergilerde hayat bulanları var, yurt dışına açılanı var, yeni sektörlere kayanları var, farklı alanlara meydan okuyarak kendini geliştirenleri var... Ve, evet, mizah dergiciliği yerine başka ortamlardan belli standartlara uygun para kazananları da var hakları olduğu üzere...   

Bu noktada ama ben mizah dergiciliğinden çok özellikle siyasi her tür olaya seyirci kalan, hiçbir şey yapmayan, eyleme kalkışmayan, örgütlenmeyen, oturup haline acıyan, ağlanan okur/halk kitlesinin neden illa da bir kahraman aradığını anlamaya çabalıyorum. Üstelik de bu kahramanlık payesini hiç de bunu talep etmemiş kişilere yamamaya çalışmasının sebebini algılayamıyorum.

Veya anlıyorum da olayı sadece ve sadece eyleme geçmek yerine “mizah dergisi olmalı ki birileri rahatsız olsun” kolaycılığına bağlıyorum.

Ha, ama, “Mizah dergiciliği ve eleştiri ve satir ve kinaye ve laf sokuşturma ve çomak sokma ve dürtükleme olmamalı mı eyleme geçen bir toplum olunursa?” diye sorarsanız yanıtım “Elbette olmalı” olur! Ancak bunun okur nezdindeki bakış açısının bugünlerde sosyal medya üzerinden de yaygınlaşan “bak nası laf sokuturup kapak yapmışlar adama, oh olsun”cu mastürbatif eyleme indirgenmesine karşıyım.

Haliyle de bu soruyu sorup yine bir köşeye bırakıyorum: “Şart Mıdır Mizah Dergileri Olması? Ve Ayrıca Hangi Mizah Dergiciliği?”

Hiç yorum yok:

Linkler

Related Posts with Thumbnails