Bir Dolap Kitap sitesi paylaşıma girdiğinden bu yana keyifli yazılarıyla dikkat çekiyor. "Yıldıray" imzasıyla yazan yazarın çizgi roman yazıları da gittikçe artıyor. Elleriniz dert görmesin diyor son yazılarını buraya aktarıyoruz. Gerisini merak edenler i de Bir Dolap Kitap sitesine davet ediyoruz.
“Günaydın” diye bir gazete vardı ben küçükken. Sol üst köşesindeki siyah üzerine sarı “Günaydın” yazısını hemen görebiliyorum zihnimde. Ne tür bir gazeteydi, ciddi haberler mi yapardı pek anımsamıyorum. Muhtemelen haberlerin başlıklarını okuyup, anlamayıp hemen sevdiğim bölüme geçiyordum. Yok, futboldan ibaret olduğu halde adı “spor” olan sayfalar hiçbir zaman umurumda olmadı. Benim sevdiğim sayfalarda çizgi bantlar vardı. Kara Murat, düşmanlarını korkudan titretip Bizanslı prenseslerin aklını alırdı. Fatoş’ta anlatılanları her seferinde anladığımı söyleyemem.
O yıllarda hemen her evde olduğu gibi asıl çizgi roman günü cuma günüydü çünkü Gırgır dergisi cumaları yayımlanırdı. Dergi evin kapısından girer girmez tüm kardeşler de birbirine girerdi. Herkesin derdi Gırgır’ı ilk okuyan olabilmekti. Öyle bir itiş kakış olurdu ki bazen dergi parçalanırdı. Somurtmalar, küsmeler… Ben zavallı, evin en küçüğü olarak genelde en sona kalırdım. Her bir karikatürü tek tek okusam da çoğunu anlamazdım. Hasbi Tembel Er ise sadece çizgileriyle bile komik gelirdi bana. Yıkanmamaktan çizmeye dönüşen çoraplar, çavuş klişesi gibi Hasbi Tembel Er’de anlatılan şeylerin benzeri durumlarla gerçek yaşamda da karşılaşacağımı bilmiyordum tabii o zamanlar. Hemen herkes gibi ben de Avanak Avni’yi çok severdim. Yaş grubu olmayan bir işmiş Avanak Avni, şimdi anlıyorum. Ve elbette En Kahraman Rıdvan! Rıdvan hepimizin kahramanıydı.
Bizim evde bir pazar torbası vardı. Naylon poşet henüz dünyayı ele geçirmemişti, evlerde böyle pazar torbaları olurdu o zamanlar. Neyse işte, bizim pazar torbalarından biri ağzına kadar Teksas, Tommiks,Zagor ve Atlantis doluydu.Mandrake, Tarzan, Swing filan da vardı ama çok değildi onlar. Oturup tekrar tekrar okurdum bunları. Maceralar asla bir ciltte tamamlanmazdı. Gelin görün ki bizim torbadan dizilerin tüm sayıları çıkmıyordu. Maceranın devamını bilememek hiç hoşuma gitmiyordu. Şimdi düşünüyorum da, yarım kalan maceraları kafamda her seferinde farklı bir biçimde tamamlayarak ne çok öykü anlatmışım meğer kendi kendime.
Şimdi gelelim asıl konumuza: Ben bu kadar çok çizgi roman okudum da fena mı oldu yani? Bakalım neler olmuş:
- Çocukken çok fazla kitap okumadım. Ama sürekli okudum, hem de keyif alarak, bayılarak okudum. Okuma alışkanlığı kazanmanın daha iyi bir yolunu bilen varsa beri gelsin.
- Çizgi romanlarda, eşyanın tabiatı gereği, hareketler kareden kareye geçerken kesilir, video gibi akmaz. Yani aradaki boşlukları tamamlamak okuyucuya kalmıştır. Ben buna “zihin sineması” diyorum. Çizgi roman okurları düz yazı okuyanlardan daha aktifler okuma esnasında. Çünkü yazıların yanında resimler de akar, zihinde sahneler kurulur, boşluklar doldurulur ve herkes kendi filminin yönetmeni olur.
- Çizgi romanlar sayesinde daha kolay hayal kurabildiğime inanırım. Hayal yakıtı olarak düz yazı kullandığınızda işlem sayısı daha fazladır. Önce harfleri, sonra o dizilime göre harflerin hangi sözcüğü temsil ettiğini tanımlamalı, sonra tanımlanmış kelime dizilerini tanımlayıp cümleye, cümleden paragrafa vs ulaşmalısınız. Zihninizin yapısına göre okuduğunuz sözcüklere lezzet yüklemek, anlatılan ortamların kokusunu oluşturmak, o yerleri görmek size kalmış. Çizgi roman bu süreci kolaylaştırıyor. Bir kere çizgi diliyle düşünmeye alıştınız mı, zihniniz durmadan film çekebiliyor. Düşünceler, hayaller uzunlu kısalı film şeritleri olarak geçiyor zihninizden.
- Çizgi romanlardan çok bilgi edindim ben. Bazıları yanlıştı. Örneğin Kızılderililer Teksas, Tommiks gibi çizgi romanlarda anlatıldığı gibi kötü yürekli ayyaş vahşiler değilmiş. Sonradan gerçeğin farkına varıp da koskoca Amerika kıtasının (adı dâhil) bir tür işgal altında olduğunu kavradığımda çok öfkelenmiştim. Öte yandan, Çelik Bilek’in çömezi Rodi ile Profesör Oklitus’un pusuya düştükleri ve Rodi’nin sapanından başka silahlarının olmadığı bir sahne sayesinde fizikle ilgilenmeye başladım. Şöyle oldu: Pusudan nasıl kurtulacaklarını düşünürlerken Profesör Oklitus pusu atanların arkasındaki yamaçta duran kayaları fark eder. Kayalar, merkezinde minik bir taşın olduğu bir dengede durmaktadır. Profesör Rodi’ye taşı gösterir ve sapanıyla vurmasını ister. Pusu atanların başına taş yağar. Elbette böyle bir şeyin gerçekleşmesi ciddiye alınmayacak kadar küçük bir olasılıktır ama beni yeter miktarda düşünmeye ve meraka sevk etmiştir. Ayrıca Atlantis sayesinde ansiklopedi dünyasına hızlı bir giriş yaptım. Her şey Java’nın Neandertal insanı olmasının ne demek olduğunu merak etmemle başladı. Evdeki ansiklopediyi açtım ve ilgili maddeyi okudum. Pek bir şey anlamadım ama zihnimde bir şeyler canlandı. Bu arada ansiklopedideki diğer leziz maddeleri fark ettim. Aynı anda okuyup da anlamadan geçtiğim yüzlerce şey zihnime üşüştü. Ansiklopedi okumaya böyle başladım işte.
- Tüm dünyanın ters yüz edilebileceğini ve o zaman her şeyin çok farklı görüneceğini çizgi romanlardan öğrendim. Zaten başka hangi ortamda dünyayı ters yüz edebilirsiniz ki?
Listeyi uzatmak mümkün aslında ama çizgi romanların yaşamımdaki en önemli ve büyük olduğunu düşündüğüm etkileri bunlar. İyi de bayram değil seyran değil, ben niye anlattım şimdi bunları?
Anımsarsanız 27 Ekim günü Muhtar Özkaya Halk Kütüphane’sinde İrem Uşar, Gülşah Elikbank, Banu ve ben bir söyleşi gerçekleştirdik. Katılımcılar arasında Blogcu Anne Elif de vardı. Elif, oğlu Deniz’in Penguen okuduğunu ve bu sayede argo dağarcığını hayli geliştiğinden söz etti. Bir başka dinleyici de kızının Kötü Kedi Şerafettin ile ilişkisini anlattı. Bunlar sakıncalı mıydı? Çocuklar okusunlar mıydı bunları yoksa okumasınlar mıydı? Aslında Elif de, diğer katılımcı da bu meseleyi çoktan halletmişti. Elif bulduğu çözümü söyleşiden sonra yazdığı yazıda anlatmış zaten. Her neyse, o günden beridir bu çizgi roman meselesi dönüp duruyordu kafamda. Dünya Çocuk Kitapları Haftası vesilesiyle konuya şöyle bir giriş yapmış oldum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder