8 Kasım 2012 Perşembe

Fatih Danacı'yla "Korkunun Canavarları" Röportajı

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fındıklı Kampüsü'nde gerçekleşen “ÖLÜM SANAT VE MEKÂN III SEMPOZYUMU”nda "Korku Sineması" üzerine sunum yapan yazar Fatih Danacı’yla kısa bir söyleşi yaptık. “Korkunun Canavarları” kitabının yazarı olan, Danacı bize kendini tanıttı ve yeni projelerini anlattı. 
Herkese iyi okumalar dileriz:
Kireççi - Fatih Danacı kimdir, Fatih, onu tanıtır mısın bize?

Danacı - Fatih Danacı, gündelik yaşamın koşturmacaları haricinde kalan tüm zamanını, enerjisini fantastik edebiyat ve sinemaya harcayan bir hevesli, ya da fanatik, ya da yazar ya da her ne söyleniyorsa o etikete sahip biri demek yeterli olur kanımca.
Geçimimi yalnızca yazarak sağlamayı her daim arzu etmişsem de ülkemiz şartlarında bu maalesef pek mümkün değil. Belki stresli olan asli işimden kaçış, belki de gerçek hayatın kendisinden bir kaçış olarak okumayı, araştırmayı, yazmayı ve televizyon/sinema ekranlarını izlemeyi seviyorum. Ve günün her saatinde bu dört eylemden birini muhakkak yapıyorum.
Hali hazırda bir çocuğum, eşim ve üç kedim ile birlikte içinde oyuncaklar, kitaplar, dergiler ve posterlerin olduğu Ankara’daki evimde yaşıyorum. Mesleğim gereği 2011 yılında İstanbul’dan ayrılmak zorunda kalsam da sık sık doğduğum, okuduğum ve başlı başına fantastik bir şehir olan İstanbul’a giderek özlem gideriyorum. Bu yüzden hem İstanbul’a aşık, hem de İstanbul’dan nefret eden bir İstanbulluyum.

Kireççi - Fantastik alemlere olan ilgin ne zaman başladı? Hatırlıyor musun o ilk kıvılcımları?

Danacı - İlkokul yıllarımda en büyük zevkim, ağabeyimle birlikte video kiralamak ve annemi de aramıza alarak korku filmi izlemekti. O yıllarda korkmak benim için garip ancak çekici bir zevkti. İlerleyen yıllarda korku filmleriyle birlikte edebiyatı da benim için bir tutku oldu. Matbaacı olan ve her gün elinde farklı bir kitapla eve gelen babam sayesinde de kitaplara aşinalığım çocuk yaşlarda başlamıştı. Pek tabii ki korku edebiyatı beni yine cezbeden bir türdü. Böylece sinema ve kitap tutkusu, bir süre sonra aktif bir uğraşa döndü. 2000 yılından sonra da yalnızca korku edebiyatı değil spekülatif edebiyatın, bununla birlikte sinemasının fantazya, bilimkurgu, korku türlerine karşım ilgim arttı ve fantastik dünyalara sürüklendim. O günden beri de hala oralarda dolaşıyorum. 

Kireççi - En sevdiğin edebiyat yazarları kimler, filmler neler?

Danacı  - Bu yakın çevremde de bana sorulan ancak ucu bucağı olmayan bir soru olarak sürekli karşıma çıkar. Sayfalar tutan bir cevap verebilirim. Vereceğim isimler ve eserler de yalnızca korku/fantastik/bilimkurgu ile sınırlı kalmaz. Bu yüzden soruyu cevaplarken ilgi duyduğum alanda üretim veren isimleri söylemekle yetineceğim. Beni derinden etkileyen isim Edgar Allan Poe’dur. Sınırsız bir hayal gücüne sahip H.P.Lovecraft, Jules Verne, Arthur C.Clarke; okuduğum en büyüleyici geleceği tasvir eden Frank Herbert; bana fantastik edebiyatı sevdiren J.R.R.Tolkien ve Ursula Le Guin ile bilimkurguyu sevdiren H.G.Wells; üretkenliklerine her daim hayran kaldığım ve örnek aldığım Stephen King, Dean R Koontz, öykülerini çok beğendiğim W.W.Jacobs ve Sheridan Le Fanu aklıma gelen ilk isimler. Spekülatif edebiyatın bizdeki temsilcilerinden ise Hüseyin Rahmi Gürpınar, İhsan Oktay Anar, Zühtü Bayar, Barış Müstecaplıoğlu, Sadık Yemni gibi yazarlar severek okuduğum isimler arasındadır. En sevdiğim filmlere gelince, 1930’lu yılların tüm Universal filmleri, Lon Chaney’in başta The Phantom of the Opera (1925) olmak üzere her birinde farklı bir surata büründüğü olağanüstü filmleri, Planet of the Apes serisi; 2001: A Space Odyssey (1968) ve peşinden gelen öncü bilimkurgu örnekleri ve daha yüzlercesi. Kısacası izlemediğim her film, en sevdiğim filmdir diyebilirim.

Kireççi – ÇROP röportajı yapıyoruz sormazsam olmaz, çizgi roman okuyor musun neleri seviyorsun?

Danacı  - Çizgi romanla yine küçük yaşta tanıştım. Red Kit, Ten Ten, Asterix ilk okuduklarım. Ancak hiçbir zaman tutkulu bir çizgi roman okuru olamadım. Tutkulu derken süreli bir yayını takip etmedim. Ancak Conan, Dylan Dog, Martin Mystere, Superman, Eeire ve Creepy ve pek tabii ki de Korku ile Süper Korku, Zagor, Vampirella sevdiklerim arasındadır. Son dönemde ise Watchman ve Walking Dead serisi olağanüstü iki çizgi roman diyebilirim. 

Kireççi - Kitap yazmaya nasıl karar verdin, kimler teşvik etti, destek oldu?

Danacı - İlk öykümü 9-10 yaşlarında bir arkadaşımla beraber yazmıştık. Ancak yazdığımız aslında “The Fright Night” filminden bir sahneydi ve bunu çok sonraları anladım. O denemenin ardından ise hiçbir şey yazmadım. 2005 yılıydı sanırım, ilk öykümü yazdım. Gerçekten çok kötüydü ve eşim okuma nezaketini gösterdi.
Bence iki tür yazar vardır, bir tanesi doğuştan yazardır; bir diğeri ise çalışarak, ama çok çalışarak yazmayı öğrenir. Ben, ikinci türdenim ve hamurumda pek yazarlık yok galiba. Bunu ilk öykümden sonra fark ettim ve sürekli yazdım, okudum; kendimi geliştirmeye yazmanın alfabesini öğrenmeye çalıştım. Kimi web portallarında yayımlanan 40’a yakın öykü yazdım, bir sitenin düzenlediği yarışmada derece kazandım. Ancak şu ana kadar basılı bir öykü kitabım yok. Çünkü hala öğrenme aşamasındayım. Araştırmacı yazarlık ise Giovanni Scognamillo ile tanışmamdan sonra başladı. Önce öykülerimi okudu, çoğunu yerden yere vurdu, eleştirdi. Araştırma yazılarımı ise çok beğendi. Ve ben de sinema, edebiyatın fantastik gibi bakir bir alanında araştırmalar, çalışmalar yapmaya kendimi adadım. Bu zamana kadar dergi, e-dergi, internet siteleri olmak üzere pek çok yerde yazdım. Hali hazırda basılı olan da iki kitabım var.
Kısaca yazmaya başlamamdaki en büyük sebep, en büyük destek hocam/dostum Giovanni Scognamillo’dur. Uzun, kısa, yazdığım her yazıyı yayınlatmadan önce muhakkak ona gönderirim, bu da bir alışkanlık oldu. Onun sayesinde yazma tutkumu keşfettim. Yazı kriterlerini, yazarın ne olduğunu, bir yazarın neden yazması gerektiğini hep ondan öğrendim ve hala da öğreniyorum.

Kireççi – “Korkunun Canavarları” kitabının içeriği nedir, neden böyle bir kitap yazmayı tercih ettin?

Danacı - İlk kitabım “Korkunun Canavarları”. Ülkemizde korku sineması üzerine pek fazla kitap yok. Özellikle sinemanın ilk yıllarında yaratılan klasik korku canavarlarının tarihsel gelişimini anlatan ne bir çeviri, ne de bir telif kitaba rastladım. Ben de bu konuda bir kitap yazmaya karar verdim. Diğer kitap ise “Vampir Manifestoları”. Giovanni Scognamillo’nun 1980’li yıllarda yazdığı ancak yarıda bıraktığı bir proje bu. Sohbetlerimiz arasında gündeme geldi ve benle birlikte çok sevdiğim bir dostum olan Aylin Ünal projeye katıldı. Gio’nun danışmanlığında kitabı tamamladık. Vampir kitaplarının revaçta olduğu bir dönemde biz de vampir efsanelerini anlatan, vampir imgesinin sanattaki yansımalarını inceleyen bir kitap yazmış olduk. Ancak içimize çok sinmeyen bir eser oldu maalesef.

Kireççi - Yeni projelerin var mı, nelerdir, paylaşmak istersen…?

Danacı - Türkiye’de yazılmayan bir edebiyat tarihimiz var. Fantastik Türk Edebiyatı! Erol Üyepazarcı, polisiye romanımızın tarihini iki ciltlik muhteşem bir kitapta yazdı. Kitabı satır satır okuduktan sonra, ben de neden fantastik edebiyatımızın tarihçesi yazılmasın ki dedim. Böylece yeni proje şekillendi. Tabii ki çok zor bir kitap. Çünkü elimizde bir dizin yok. Önce bunu tespit etmek gerekli. Ankara’da olmanın ve Milli Kütüphaneye yakın olmanın nimetlerinden faydalanarak bir dizin oluşturdum. 1865 tarihinden 2010 yılına kadar öykü/tefrika/roman/on paralık roman 500 kitap tespit ettim. Bu sayı fazla gibi gözükse de çok eksikleri olan bir liste. Üzerinde hala çalışıyorum. Hatta 1928 öncesi için de Osmanlıca öğrenmeye başladım ve planladığım cetvele göre 2015 yılında kitabı bitirmeyi hedefliyorum. Tespit, okuma ve yazma süreci üç yıl alacak gibi duruyor. Bu esnada kolektif kitap çalışmalarında yer alıyorum. Bir ihtimal de 2015 yılına kadar hali hazırda tamamlanmış olan korku/fantastik öykülerimden oluşan kitabım için yayıncı arayışına girerim. Uzun süredir rafta bekletiyorum, ama hala zamanı geldi mi, onu da bilmiyorum.
Kireççi - Evdeki minik mi daha fantastik, yazdıkları ilgi duydukları mı?

Danacı - Yukarıda da söylediğim gibi gündelik koşturmacalar haricindeki tüm zamanımı ilgi alanım olan fantastik edebiyata ve sinemaya harcıyorum. Haziran ayından itibaren ise bütün zamanımı Arca Efendi’ye harcamaya başladım. Bu durumda kendisi zaten fantastik bir konuma geçmiş oluyor. Şaka bir yana, yazılanlar, çizilenler güzel ve keyifli de, yazdıklarımızı, yazılanları tapılacak bir mertebeye yükselttiğimizde ne denli doğru yaparız bilemiyorum. Hayatta zevk alınacak o kadar çok şey var ki! Zamanın izin verdiği kadar hepsini denemekte fayda var. Bence hepsi de farklı keyifler verecektir.
Ama oğlumla ilgili gözümde bir kare canlanır hep. Bir vapurun açık kısmında küçük bir aile oturur. Baba dikkatlice bir kitabı inceler, kalemle notlar alır; anne her zamanki gibi polisiye romanlar okur; çocuk ise elindeki çizgi romana gömülmüştür. Bu kare tanıdık geldi mi Ümit Kireççi?

Kireççi :) Nasıl gelmez be Fatih’im…? Ben, eşim ve çirkin oğlumun facebook'da paylaştığım fotoğrafımız bu. Umarım tümü gibi bu dileğin de gerçekleşir kardeşim. Arca tadını çıkarta çıkarta büyüyerek bu sahneleri ve daha güzellerini sana da yaşatsın annesine de. Öp “sevginin çirkinini" benim yerime.

07. 11. 2012, Çarşamba

Hiç yorum yok:

Linkler

Related Posts with Thumbnails