“Sanat İncelendikçe Değer Kazanır” sloganıyla ilkini başlattığımız 1. ÇROP Çizgi Roman İnceleme Yazısı Yarışması'nda bilindiği üzere İspanyol çizgi romanının en iyi örneklerinden olan Antonio Altarriba'nın yazdığı, Kim'in çizdiği “Uçma Sanatı - Bir İspanya İç Savaşı Hikayesi” (El Arte de Volar) adlı çizgi romanı seçtik. Versus Kitap'ça basılan Uçma Sanatı'nı dilimize kazandıran Murat Tanakol bu eseri neden ve nasıl seçtiklerini, baskı sonrası serüvenini paylaştı bizimle:
Yayınlanacak bir çizgi-roman arayışına girene dek, yani üç yıl öncesine
kadar çizgi-romanla bağım hevesli bir okuyucusu olmanın ötesine geçmedi. Bu
yüzden konunun uzmanı falan değilim. Versus yayınevi ile bağım ise Özgür’le
arkadaşlığım ve dünya görüşlerimizin belli ölçülerde paralelliğiyle sınırlıdır.
Yayıncılık denilen ve ilkeli biçimde iş yapılmaya çalışıldığında “macera”dan
ibaret olduğunu anladığım bu sektörü tanımam da bu vesileyle oldu. Okul
kitapları dışında okumanın suç ya da aylaklık –hele ki çizgi roman- olarak
görüldüğü bu kıtlıklar ülkesi; özgürle kafa kafaya verip, kültürel
paylaşımı, “görsellik içeren yayınlarla aktarım” olanaklarını
kullanarak hızlandırma-derinleştirme fikrinde ortaklaşmamızın
nedenidir. Çizgi-roman arayışı-yönelişi buna dayanıyor. “Öyleyse ne tür çizgi-romanlar” sorusunun
cevabı, aynı zamanda kriterin ne olduğu sorusuna cevap verir. Bu temelde kendi
fikrimi şöyle ifade edebilirim:
1071’de bu topraklara ilk girdiği andan itibaren fetih ekonomisi üzerinde
otantik bir yaşamdan yerleşik bir yaşama geçemeyişin sancılarını çeken bir
toplum olarak, bu topraklarda yerleşik kültürlerin varedici unsurlarını-başta
halklar olmak üzere- fiilen yok ederek, konumumuzu bugüne taşımışız. Bir mozaik
olması gereken kültürü, sahte bir örtüye sarıp sadece tek bir kökten
geliyormuşuz göstermişiz. Günümüzde ise emperyal egemenler dünyası, kültürel
köklerinin farklı kaynaklarını arama yönelişini hızlandırmış ve çok
kültürlülüğü, eski “böl yönet” politikalarının yeni biçimi olarak, egemenliğini
sürdürmenin bir aracı olarak kullanma eğilimine girmişken; bunun karşısına
konabilecek ilkeli duruş, “emperyalizmin küreselleşme
politikalarına karşıtlık” adı altında sahte örtülere sarılı “teklik kültürü” ya
da “ulusçu kültür” değil, insanlığın temel değerlerini, bir arada eşit, özgür
ve kardeşçe yaşamanın sınır tanımayan köklerini ortaya
koyabileceğimiz enternasyonal bir kültür olmalıdır.
İnsanlık kültürünün temel ortak değerleri olarak habire tekrarlanan eşitlik, özgürlük, kardeşlik fikirlerini benimsemiş yığınların kitlesel katılımına dayalı Rus devrimi, İspanyol iç savaşı, Sırp ağırlıklı Yugoslav, Yunan, Fransız direnişçilerin faşizme karşı mücadelesi, gibi nice direniş, bugün hala ders kitaplarında bir satırlık bir yer bile bulamıyor ise, örtüsünü atmamız gereken kültürün bu “kendisinden özellikle korkulan kültür” olması gerektiği düşüncesindeyim. Hangi milliyet ya da azınlıktan olursa olsun, bu ortak kültürel değerlerin, hayallerin peşinde koşarken yenilmiş, yok edilmiş direnişçilerin, kitleler ulaşması engellenmiş hikayelerini anlatmalıyız. İşte ispanyada yaşarken Uçma sanatını ( ve onun gibi umarım yayınlanma şansı bulacak “öteki” hikayeleri) bulmamı sağlayan kriter budur.
Hatırlayın: “…ben onun bunu nasıl yaptığını biliyorsam, nasıl yaptığını
bilebilecek tek kişi olduğumdandır… çünkü orada olmadığım halde… hep oradaydım.
Çünkü bir baba, tohumlarındaki olası çocuklarından oluşur… ve ben babamın olası
çocukları arasından dünyaya gelmiş tek evladı olarak… onun soyundan gelip onu
sürdürüyorum. Bu yüzden doğmadan önce de genetik olarak tüm olup bitenin bir
parçasıydım…” (Uçma Sanatı s. 3) “…ne aile bağını hissettim… ve ne de toprak
sahibi olmak beni memnun etti…” (Uçma Sanatı s. 9). bu ifadeler her şeyden önce
bize toprağa ve aile kurumuna bağlı/ bağımlı olmayan ama hiç de köksüz olmayan
bir ata/ insanlık kültürünü anlatır. Benim Versus yayıneviyle paylaştığım
kriter budur.
Yayınlamak üzere bir çizgi-roman ararken, İspanyada bulunmama rağmen iç
savaşı dönemini anlatan elle tutulur pek az çizgi-roman olduğunu fark ettim. Öncelikle İspanya
iç savaşıyla ilgili bir çizgi-roman arayışına odaklanışım bu sebeple oldu (“Uçma
Sanatı” hakkındaki kritiklerden birini kaleme alan Levent Cantek isminde bir
kişi-kendisinin çizgi-roman alanında uzman olduğunu daha yeni öğreniyorum-,
“demek konu iç savaş olmasa bu çizgi-roman Türkçeye kazandırılamayacakmış”
gibisinden bir sitem ediyordu. Bu konuyu özellikle aradığımı itiraf ediyorum.
Ama fırsatım olsa sormak isterdim: TC’nde rebetikoyu, Sabahattin Ali’yi ya da
15-16 haziran olaylarını anlatan bir çizgi-romanın yokluğuna sitem etmek
dururken, neden sitemi uçma sanatı aldı acaba?) Bunların büyük çoğunluğunu
okudum. Son aşamada Carlos Gimenez’in “kötü zamanlar 36-39” diye çevirebileceğimiz
4 ciltlik eseri ile Uçma Sanatı, benim eleğimde sona kaldılar. İlk sözünü
ettiğim kitap çizgileri ve hikayeleriyle vurucu idi. Ama iki nedenle elekten
geçmedi. 1) İç savaşta tarafsız bir pozisyon alıyor, savaşın ve ölümün, faşist
ya da devrimci herkes için acı verici bir süreç olduğunu savunuyordu. Hümanizm,
erdemli bir düşüncedir ama, çoğu kez kıyıcılığın kaynaklarını yani –faşizme
“gönül verenler”i- az çok bağışlayan minik bir kusuru vardır. Bu “adam öldürme”
meselesinde dünya görüşümü; “Azrail’in elinde orağıyla canını almaya geldiği
kişi, bir an için o orağı eline geçirirse ne yapar?” sorusunun cevabında
gizlidir. 2) Yayınlanacak bir çizgi-roman arayışının görmemi sağladığı belki
biraz teknik gibi gözüken bir konuda diğer kitap sınıfta kaldı. Zira
çizgi-romanı değişik bir gözle okumaya başladığımda resim karesi ile konuşma
balonu/balonlarının birbirini tamamlayıcılığı konusunun, çizgi-romanın okuma
biçimini değiştirdiğini fark ettim. Şöyle ki; bu bütünlük olmayışı
çizgi-romanın okunurluğunu engellemiyor ama, onu resim karelerinin üzerinde tek
durulmayan bir “macera”ya dönüştürüyor, yani akılda kalıcılığını, sorgulatıcı
özelliğini ortadan kaldırıyordu. Bu sadece benim için mi böyle yoksa bu işin
teknik kısmında hakikaten böyle bir ayırım çizgisi var mı, bunu bilmiyorum. Ama
bunu biraz, tv reklamlarında çok sayıda mesajı çok kısa bir süreye yığarak,
reklamı ürünün değil de bizzat tüketim kültürünü tetiklemenin aracı olarak
kullanma yaklaşımına benzetiyorum. Neyse, sonuçta Uçma Sanatının resim karesi
ve konuşma balonlarının birbirini tamamlıyor oluşu diğer çizgi-romanı da ekarte
ederek öne geçti.
Versus bu kitabı yayın hakkını ağustos/ eylül’de aldı. Ödeme, gerekli
dokümanın gelişi, çeviri, baskı derken 2011 Ocak başında yayınlandı. Bildiğim
kadarıyla da başka hiçbir dile çevrilmeden önce –yine de kesin olarak emin
değilim- Türkçeye çevrildi ve yine bildiğim kadarıyla diğer dillere çevrilişi,
kitap İspanyanın en büyük çizgi-roman ödülünü almasının (2010 ekim ortası)
ardından oldu. Zaten dikkat edilecek olursa kitabın büyük ödülü almasıyla,
Türkçede yayınlanması arasındaki süre çok kısadır. Yani versusun bu kitabın
yayınlamaya, kitap büyük ödülü almadan önce karar vermesi, onu büyük ödülünün
öncesinde keşfetmiş olmaktan ötürü, bizler için gurur kaynağı oldu.
Bu süreçte başka öyküler de bulduk. Versus’dan yayınlanan “Halkın Çığlığı” bunlardan
biri. Yayınlanacak olan ve cumhuriyetin ilanıyla bin yıllık vatanlarından
mübadeleye zorlanmış Rumların, sosyetemizin pek beğenerek çanak-çömlek
kırdığı rebetikonun ardında yatan ezilmişliğin kültürünün hikayesi
olarak “rebetiko”; ve çizgi-roman yayınlayarak batmadığı ve ayakta durabildiği
müddetçe yayınlanma şansı olan birkaç hikaye daha -umalım ki- Türkçeye
kazandırılabilsin.
ÇROP Notu - Yazar Antonio Altarriba ile gerçekleştirdiğimiz çevirinin gecikmesi sebebiyle yarışma tarihi 15 Ekim 2012 tarihine uzatılmıştır. Bu arada yanıtlar dün geldi, şu anda Fransızcadan dilimize çevrilmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder