14 Mayıs 2008 Çarşamba

LOST ve STEPHEN KING




LOST – Kaybolmanın Kökeni

Üzerine kitaplar bile yazılan fenomen (!) dizi LOST fikrinin nereden çıkmış olabileceğini irdelemek zevkli bir çalışma oldu açıkçası. Önce Stephen King’in “The Stand – Mahşer” romanıyla dizi arasındaki kendi gözlemlerimi sıraladım aşağıda sonra da internette bulduklarımı.

LOST çok tuttu çok. Psikanalitik çözümlemeler yapanlar, dizi kahramanları sanki gerçekten yaşıyorlarmış gibi yazışanlar, bazı ip uçlarını kovalayarak gözlem yeteneğiyle övünenler… Dizide çizgi roman yazarlığından yetişme “arkası yarın” mantığı kalemini iyi kullanan Yazarlar tarafından kurgusal soru işaretleri arttırıldıkça bunun büyük bir başarı olduğunu sanrısını yaşayanlar artmakta. Aslında olay basit: Bu diziyi birileri yazmış, bir şeylerden etkilenmiş ve kurgu yapmışlar, belki en doğrusu olaya teknik ve gerçekçi yaklaşarak yazarlarını tebrik etmektir.

Özetlerle başlayalım -

The Stand:


Olay bu ya, bir sabah küçük bir kasabanın benzin istasyonuna gelen araçtaki herkes garip bir hastalık tarafından öldürülmüştür. Kasabalılar daha ne olduğunu anlamadan hastalığı kapar, yayarlar. Bu “süper grip” adı verilen bir hastalıktır ve suni ortamlarda üretildiği laboratuardan kurtulmuştur.
Olan olur, bütün Amerika bu hastalığa yakalanır. İnsanlar birbiri ardına ölmeye başlarlar. Sadece bazı kişiler bu hastalıktan etkilenmez. Bir tür bağışıklıkları vardır ama şimdi de dünyada yalnızdırlar. Ya da değildirler.
Hayatta kalanlar bir çeşit çağrı almaya başlarlar. Gece rüyalarında onlara birileri seslenir. Bunlardan bir gruba Abigail ana seslenir ve aydınlığın, iyiliğin ve tanrının tarafına çağırır. Diğer grubu ise Flagg adlı karanlık biri çağırır.
Bu şekilde amerikanın her yanından insanlar amerikanın iki ucunda toplanmaya başlarlar. Belli ki bir savaş olacaktır ve bu savaşı ya kötülük kazanacaktır ya da iyilik.

Lost:

Gizemli bir adaya düşen uçaktan bir grup insan kurtulur ve hayatta kalmak, adadan kurtulmak için çareler ararlar.
Bu süre içinde başlarına bir çok belalı olay gelir. Bunların başında adadaki gizemli canavarımsı, siyah duman yaratıktır.
Diğer bela ise adanın diğer tarafındaki “ötekiler” denilen zalim insanlardır. Sonradan anlaşıldığı üzere bu insanlar vahşi değil son derece modern bilim adamıdırlar.
Zaman geçtikçe olaylar artar ve kaçanlar, ölenler, deneyler ortaya çıkar.

Konusal kıyaslama:

Yukarıdaki konulara bakıldığında bir benzerlik bulmak neredeyse imkansız gibidir. Hani deney, az sayıda insanın hayatta kalma mücadelesi, kötü ötekiler gibi birkaç şey olmasa hiç yok demek mümkün.
Ancak karakterlere ve yan temalara bakıldığında en azından Lost’un bir The Stand uyarlaması olduğunu söylemek mümkün. Özellikle bilim adamları topluluğunun bir bölümde kitap okuma toplantısında Stephen King okuyor olmaları ve The Stand’i irdeliyor olmaları usta yazara ve eserine saygı duruşu gibidir.



Öne çıkan Karakterler arasındaki benzerlikler:

Fran: Hamile güzel genç kız
Claire Littleton (aynı özellikler)

Harold: Şişman, dikkat çekmeyen ama aslında çok akıllı olan genç.
Hugo Harley Reyes (aynen)

Lloyd: Kriminal suçları olan biri.
James “Sawyer” Ford (çok benzer)

Bateman: Olgun, yaşı büyük her şeyi çözen profesör
John Locke (adeta adasal versiyon)

Kojak: Köpek
Vincent (akıllı köpekler)

Larry: Gözden düşen rock şarkıcısı
Charlie Pace (özellikle tıpa tıp)

Stu: Aklı selim araştırmacı, lider ruhlu
Jack Shephard (tek fark Jack Doktor, ama Stu’da kansermiş iyileşmiş)

Julie Larry: 17’lik azgın kız
Kate Austen (Kate daha aklı başında ama genç ve dengesiz ruh ve aşk hayatı ortak)

Nadine: Medyum tarzı bir hanım. 37 yaşında. Beyaz saçlı, öğretmen, çocuk doğurma peşinde.
Danielle Rousseau (Kaçırılan kızını kurtarma peşinde. Çocuk özlemi ve erkeksi yanlar ortak)

Joe: Başlarda konuşmayan, uzak doğulu yetenekli çocuk.
Jin-Soo Kwon (Koreli. İngilizcesi olmadığından iletişimde zorlanıyor. Başta herkese kötü davransa da- Joe gibi, sonradan insanlara ısınıyor ve lisan öğrenmeye başlıyor)

Flagg: Karanlık ruh, zebani, kötülük.
Benjamin Linus (doğaüstü tarafı yok ama olmasa da insanları kendine esir edebilmekte, kötü)

Abigail ana: Zenci kadın.
Rose (Beyaz bir kocayla evli, sır tutabilen, görmüş geçirmiş zenci hanım)

Yan temalar:

- Kısırlık ihtimali: Bateman’in ortaya attığı bu fikir dünyada doğum gerçekleştiğinde bebeklerin süper gribe yakalanarak ölmeleri ihtimalini esas almaktadır. Lost’da ise adada yapılan deneylerin tamamı “doğum” üzerinedir ve adada yapılan doğumlarda ölümlerin neden gerçekleştiğini ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Dizide Claire, kitapta Fran üzerinden bu sorunun yanıtı aranırken her ikisinde de doğum sorunsuz gerçekleşir. Claire adaya gelmeden önce hamile olduğu için adadan etkilenmemiştir, Fran’in bebeği ise bağışıklık kazanarak doğar. Ancak Sun adlı Koreli kadının adada hamile kalışı bu soruyu yeniden gündeme getirir.

- Seçilmiş kişiler: Mahşer’de de Lost’ta da kurtulan kişiler seçilmiş kişiler olarak adeta kutsanmaktadırlar. Abigail ananın kişilerin rüyalarına girerek onları çağırdığı ve azize sıfatıyla onlara seslendiği, sürekli olarak seçilmiş olduklarını söylediğine romanın hemen her sayfasında tanık olunmaktadır. Lost’ta ise herkesin hayatı bir noktasında birbirleriyle kesişmiştir. Adeta ortak bir alın yazısına doğru yönlendirilmişlerdir kaderce. Tek tek her sezon içerisinde karakterlere birileri hep seçilmiş kişiler olduklarını dile getirmiştir flashbacklerde. 4. sezon ilk bölümlerde ise doğrudan “bizler seçilmiş kişileriz” denilmektedir.

- Kara yaratık: Romanda sağ kalanları kötülük dolu tarafa çağıran Flagg adlı kara zebani aslında bedensizdir. Kötülüklerin biçimlenmiş halidir. Lost’da ise Kara, dumandan oluşmuş bir yaratık ağaçları yerinden sökmekte, insanları öldürmektedir.

- Dinamit: Belki de en ilginç şeylerden biri “terleyen dinamitler”dir. Harold, Flagg’a katılmaya karar verdiğinde iyilik tarafında kalmak isteyenlerin liderlerini öldürmeye karar verir. Bunda da bulduğu dinamit lokumlarını kullanacaktır. Nadine ile konuşurken “dikkat et, bu dinamitler terli, nitrogliserin kararsız bir patlayıcıdır” uyarısını yapar (sayfa 308). Lost’da da vardır terleyen dinamitler. Adanın ta ortasında bulunan bir gemide bulunmaktadırlar. Bir bölümde gemiden terleyen dinamitler” alınırken kazazedelerden biri Harold’un kurduğu cümlenin aynını kurarken havaya uçmuştur.

- Bebek isteme: Lost’ta da Mahşer’de (sayfa 208) de hamile kızların bebekleri istenir. Her ikisinde de bu bebekler çok önemlidir ve adeta kutsaldır ve her ikisinde de bebekler kurtarılır.

- Issızlık: Temel benzerlik bu bilinmeyen adayla ve ıssız şehirlerin bilinmezliğinde yaşam savaşı verme paradigmasıdır. Bir yanda adanın insansızlığı diğer yanda ölülerle dolu dünyanın insansızlığı.

Buraya kadar benim tespitlerimi okudunuz biraz da LOSTPEDIA’ya bakalım (ortak benzerlikleri tekrar yazmadım):

- Hem romanda hem de dizide hayaller ve rüyalar görülür.
- Her iki eserde de iyi ve kötü taraflar vardır.
- Rock şarkıcı Larry, tıpkı Charlie gibi hayata tekrar tutunma noktasında aşık olur (Lucy)
- Bir yerde yine Benjamin ile Locke arasında Stephen King kitapları konuşulur.
- Stuart’ın romanda okuduğu kitap Watership Down dizide Sawyer’in okuduğu kitaptır.
- Haksız ölümler her iki eserde de vardır. Kimi sempati duyulan karakterin ani ve beklenmedik ölümü her iki eserde de rahatsız edicidir.
- Her iki eserde de bir tür yıkımın ardından uygarlığı tekrar kurma girişimi vardır.
- Abigail ananın yaşı 108’dir. Lost’taki esrarengiz rakamların toplamı da 108’dir. 4+8+15+16+23+42=108
- Flagg gülen sarı bir smily desenli tişört giymektedir. Benjamin Linus aynı desenli balonla kaza geçirir.
- Romanda kötü taraftakiler Flagg’ı neredeyse sorgulamadan izlerken ve sona doğru huzursuzlaşmaya başlarken dizide Benjamin Flagg’ın konumundadır.
- Mahşer’de 4 kişi Flagg’la yüzleşmek üzere yola çıkarlar, içlerinden biri geridekilere haber vermek üzere geri döner. Dizinin 2. sezon sonunda aynı olay gerçekleşir ve Jack, Sawyer, Kate tutsak alınarak yola devam ederken Hurley geri gönderilir.

***

LOST, hakkında teoriler üretilecek kadar başarılı mıdır bilmiyorum açıkçası. Teknik olarak senaristlerin şu ana kadar bazı fazla tekrarlı ve bayık bölümlerin dışında oldukça sürükleyici ve bol soru işaretli kurgu yarattıkları bir gerçek. Bu noktada tek endişem bu soru işaretlerini dizinin sürükleyiciliğine uygun bir yanıtla bitiremeyebilecekleridir. Final çok sönük kalabilir, izleyici tatmin olmayabilir böylesi bir kurgunun sonunda. Ama bu endişem bir yana alt yapı Stephen King olunca başlangıç ve sürecin başarısız olmasını beklemek hata olurdu demekte bir sakınca görmüyorum. Bu arada usta romancının “Gece Yarısını Üç Geçe” romanını da hatırlamak gerekir. Havadaki bir uçağın hava boşluğuna girerek paralel bir boyuta geçişi ve paralel boyutta yaratıklarla karşılaşılması gibi nüveler de yine LOST’un ilerleyen bölümlerinde ortaya çıkabilecek unsurlar olabilir. Nitekim “siyah gaz bulutu yaratık”la ilk bölümden beri “yaratık” unsuru kullanılmış gibi. Gerisini göreceğiz artık.


Ümit KİREÇÇİ
umitlila@gmail.com
http://liladuslertiyatrosu.blogspot.com

1 yorum:

Mohawk Chief dedi ki...

Güzel ve ilginç tespitler için teşekkürler.

Linkler

Related Posts with Thumbnails