Loveless Analizi
Bu çizgi romanın ilk cildini üçüncü defa okuduğumda bazı şeyler dikkatimi çekti… Ve şunu gördüm ki bu kitapta çok doğru tespitlerle insan psikolojisi anlatılmış. A.B.D.’nin günümüzdeki yurtdışı ve o zamanlardaki yurtiçi politikaları ciddi anlamda eleştirilmiş.
Aşağıdaki yazıda kendi tespit ve görüşlerimi okuyacak ve Loveless serisinin ilk beş sayısını içeren birinci TPB cildi hakkında bazı sürprizlerin (mecburen) deşifre edildiğini, anlatıldığını göreceksiniz. Şayet bu kitabı bir şekilde temin edip, okumak gibi bir niyetiniz varsa, yazdıklarımı bu bağlamda değerlendirmenizi, hatta (şimdilik) okumamanızı tavsiye ederim…
Kitabın ismi bile enteresan aslında… Loveless ile Lawless kelimeleri birbirini çağrıştıran kelimeler. Ancak anlamları birbirinden çok farklı… Loveless, sevgisiz veya onu seven kimsenin bulunmadığı kişi anlamını taşırken, Lawless, kanunsuz, kanunları tanımayan kişi şeklinde yorumlanabilir… Kitabın kahramanı Wes Cutter ise her iki özelliğe de sahip. Ancak beşinci sayının sonunda, kendisine yapılan teklifi kabul edip, kasabasının şerifi oluyor.
İç Savaş’tan iki yıl sonra geri döndüğü kasabası Blackwater’da kimse onu sevmiyor. Hatta çok farklı konumdaki insanlar topraklarının ve evinin Birleşik Devletler’in malı olduğunu, karısının ve ağabeyi Jonny’nin de kasabayı terk ettiğini söyleyip, artık onun da burada bir işi kalmadığını savunuyor, ona geldiği yere dönmesini tavsiye ediyorlar. Oysa Wes asi ve dikkafalı bir adam. Kendi doğru bildiği yolda, burnunun dikine gidiyor. Daha doğrusu öyle gözüküyor… Ama aslında kendince çok anlamlı bir hedefi var. Kuzeyli askerler tarafından birçok defa tecavüze uğrayan, kasabadakiler ve eşini emanet ettiği ağabeyi tarafından yüz üstü bırakılıp, kesinlikle korunup, kollanmayan ve sahip çıkılmayan karısının intikamını almak. Ancak, her ne kadar başlangıç bölümü aynen böyle olsa da, Cutter kasabaya dalıp önüne geleni öldürmeyi denemiyor. Aklını ve mevcut ortamı kendi menfaati doğrultusunda kullanarak amacına ulaşmayı planlıyor.
Mevcut ortam ise son derece ilginç… Tüm eyaletlerin birleşmesini savunan ve sanayi açısından daha gelişmiş bir konumda bulunan Kuzeyliler, ağırlıklı olarak çiftçilikle uğraşan, aynı zamanda yeraltı kaynaklarına sahip olan Güney eyaletlerini İç Savaş’ta mağlup ediyorlar. Galibiyetin doğal bir sonucu olarak, Güney eyaletlerindeki tüm topraklara da el koymuş durumdalar. Oysa savaşın başlatılmasındaki asıl mazeret, zencilere özgürlük tanınması ve köleliğin kaldırılması…
Ancak, savaşı mavi ceketliler kazanmış olsa da zencilerin konumunda pek bir değişiklik olmadığını görüyoruz. Savaştan önce olduğu gibi, gene çiftliklerde ve tarım arazilerinde ırgatlık yapıyorlar. Üstelik tıpkı Güneyliler gibi, Kuzeyliler de onlara “nigger” diye hitap etmeye devam ediyor. Bu kelime, günümüzde (çoğunlukla ırkçılar tarafından) hâlâ zencileri aşağılamak maksadıyla kullanılıyor. Daha modern ve kültürlü olanlar, bu vatandaşlarına Afro-Amerikalı diyorlar.
Kendisi gibi zenci olanlar tarafından “asi köpek” olarak nitelendirilen Atticus karakteri, siyahların durumunu gözler önüne seriyor. “Kuzeyliler geldi de ne değişti? Bu ev senin mi, yoksa bu toprakları sana mı verdiler?” diye soruyor. Diğer taraftan, Kuzeylilerin, onların yanında savaşa katılan kendisine ne gibi bir fayda sağladıklarını şöyle açıklıyor, “Mavi bir üniforma, elime de silah verdiler. Ve beni evime geri getirdiler.”
Kuzeyliler, savaşın iki yıl önce sona ermiş olmasına rağmen henüz Güney’de tam bir hâkimiyet sağlayabilmiş değiller. Güney eyaletlerindeki zengin para babalarıyla işbirliği yapıyor, onların sayesinde güç ede etmeye çalışıyorlar. Ancak zenginler dışında, Güneydeki vatandaşlar tarafından hiç sevilmedikleri gün gibi ortada. Kuzeylilere karşı ayaklanan ve çete kurup, kendince topraklarını savunanlar bulunuyor. Bu çeteler acımasızca zencileri katletmekten de geri durmuyorlar. Varlıklı iş adamlarınınsa Kuzeylilerden tek bir beklentisi var, asileri ortadan kaldırıp barış düzeni sağlamaları. Böylece, asilerin zencileri öldürülmesine bir son verilecek ve onlar için çalışan zenciler sayesinde zenginliklerini daha da artıracaklar.
Diğer taraftan, Blackwater kasabasında, huzuru ve doğru yolu sadece dinde arayan bazı insanlar da var…
Kısacası, çok çeşitli kesimlerin bakış açısıyla anlatılıyor öykü. Güneyde yaşayıp, Kuzeylilerin yanında savaşa giren zenciler ve beyazlar, yani onlarla işbirliği yapanlar… Zenginlerin arzu ettiği huzurlu ortamı sağlayabilmek için onlar tarafından kullanıldıklarının farkında bile olmayan ve çocukları bile katledebilen, yerli halka hiç çekinmeden zulmeden ancak bir türlü kasabaya düzen getiremeyen mavi ceketli askerler… Başkentteki siyasetçilerin politikalarından hoşlanmayan Kuzeyli subaylar… Kendini yalnızca dini konulara yöneltip, olup bitene ses çıkartmayan kasaba halkı… Çalışmak için iş bulabildiğine şükreden, özgürlük nedir bilmeyen ve hem Güneyliler, hem de Kuzeyliler tarafından sevilmeyen zenciler… Herkesi kendi çıkarları doğrultusunda kullanan ve tek derdi daha fazla para kazanmak olan zenginler… “Eğer isyan etmezsen her geçen gün kendi benliğini kaybedecek ve zamanı gelince tamamen yok olacaksın,” diye düşünen, zencilerden ve Kuzeylilerden nefret eden asiler… Tüm bu grupların ortasında karısının başına gelenlerden herkesi sorumlu tutan ve kendi intikamı almayan çalışan, bu nedenle zenginlerle işbirliği yapıyormuş gibi görünen Wes Cutter…
Öyle bir ortam ve anlatım tarzı var ki, kitabın bazı bölümlerini okurken A.B.D.’nin günümüzdeki Irak politikası ve orada olup bitenler aklıma geldi…
İngilizce bilen ve Western hikâyelerinden hoşlananlara rahatlıkla önerebileceğim bir kitap… Kesinlikle pişman olmayacaksınız. Hatta sadece resmilerine bakmak için bile alınır…
Oğuz Özteker
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder